AİHM Başvurularında Altı Aylık Sürenin Bitim Tarihi

AİHM Başvurularında Altı Aylık Sürenin Bitim Tarihi

AİHM Başvurularında Altı Aylık Sürenin Bitim Tarihi

AİHM Başvurularında Altı Aylık Sürenin Bitim Tarihi

B00000ilindiği gibi İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (Mahkeme) başvurabilmek için İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (Sözleşme)  35. maddesinin 1. fıkrasında öngörüldüğü şekilde öncelikle mevcut ve etkili iç hukuk yolları tüketilmek ve ardından da ilgili son karar elde edildikten itibaren altı ay içinde Mahkeme’ye başvurmak gerekiyor. Altı aylık süre hak düşürücü süre olarak değerlendirildiği için bu sürenin başvurucu tarafından aşılıp aşılmadığı Mahkeme tarafından resen değerlendiriliyor. Bugüne kadarki içtihatları dikkate alındığında, Mahkeme altı aylık süre konusunda esnek bir yaklaşım içinde değil. Yani sürenin aşıldığını tespit ettiği anda, çok istisnai birkaç durum hariç, kabuledilemezlik kararı veriyor.

Aşağıda ilgili bölümlerini okuyacağınız Sabri Güneş v. Türkiye kararında da bu yaklaşımı görebilirsiniz. Özellikle, bizim usul mevzuatımızda son günün tatil gününe denk gelmesi halinde sürenin ilk iş gününe uzaması kuralının uygulamasını gördüğümüz bu davada, Mahkeme, işte bu ilk işgününe uzaması kuralının kendisini bağlamayacağına hükmetti. 
Mahkeme’nin Büyük Dairesi, Sabri Güneş v. Türkiye davasında (27396/06) 29 Haziran 2012 tarihinde başvuru usulüne ilişkin olarak Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. fıkrasında öngörülen altı aylık süre kuralına açıklık getiren yeni bir karar verdi. Kararın açıklandığı geçen ay yoğunluktan bloguma taşıyamadığım bu kararın önemli gördüğüm paragraflarının çevirisini başvurucuların ya da avukatlarının dikkate alması umuduyla yayınlıyorum. İşte kararın gerekçesinin ilgili paragrafları:
44. … Komisyon, özellikle, altı aylık süreyi iç hukuktaki son kararın verildiği günü izleyen günden başlatmakta ve bu ayların gün olarak uzunluğundan bağımsız olarak altı takvim ayı sonunda tamamlanmaktadır. Örneğin, iç hukuktaki son karar 4 Şubat 1994 tarihinde verildiğinde, aynı yılın 5 Şubatında altı aylık süre başlayacak ve 4 Ağustos 1994 gününün gece yarısı sona erecektir; aynı şekilde son kararın verilip açıklandığı tarih 25 Ocak 1995 tarihiyse aynı yılın 26 Ocak tarihinde altı aylık süre başlıyacak ve 25 Temmuz 1995 geceyarısı sona erecektir (bkz., Pollard v. Birleşik Krallık(BK), Komisyon kabuledilebilirlik kararı (K.kk.),  12 Nisan 1996–(28189/95)).
45.Bu yöntem daha sonra pek çok davada Komisyon tarafından uygulanmıştır (Diğer kararların yanında bkz., Legendre v. Fransa, K.kk., 15 Ocak 1997(no. 25924/94)). Mahkeme, özellikle daha sonra bu yaklaşımı benimsemiştir (Diğer kararların yanında bkz., Loveridge v.BK. kk., Ekim 2001–(39641/98);Ataman v.Türkiye kk., 11 Eylül 2001–(46252/99); Zarakolu v. Türkiye kk., 5 Kasım 2002–(32455/96) ve Nelson v. BK, 1 Nisan 2008–(74961/01), §§ 12-13).
46. Bu bağlamda, altı aylık sürenin son günü iş günü olmadığında, yani Cumartesi, Pazar ya da resmi bir tatile denk geldiğinde hangi yaklaşımın benimseneceği meselesi ortaya çıkmaktadır.
47. Fondation Croix-Etoile, Baudin ve Delajoux v. İsviçre (yukarıda belirtildi) davasındaki kararında, Komisyon, sürenin sona erdiği günün (dies ad quem) resmi tatil günü olması halinde son günün izleyen ilk iş gününe uzaması gerektiğine hükmetmiştir.
48. Ancak, Mahkeme, dies ad quem’in tespitinde iş günü olmama yorumunu benimsememiştir. Örneğin, Kadikis v. Letonya davasında (kk. 25 Eylül 2003–62393/00),  altı aylık sürenin son günü Cumartesi gününe denk gelmiştir.  Başvurucu başvuruyu iki gün sonra, yani izleyen ilk iş gününde açmış ve böylesi bir durumda ulusal mevzuata göre sürenin otomatik olarak ilk iş gününe uzadığını ileri sürmüştür. Mahkeme bu savı, “altı aylık süre sınırının her davalı Devletin iç hukukunda öngörülen koşullar temelinde değil, Sözleşme ölçütleri uyarınca hesaplandığı” gerekçesiyle reddetmiştir.
49. Mahkeme daha sonraki bir dizi davada altı aylık süre sınırı ilkesine uygunluğun her davalı Devletin iç hukukunda öngörülen düzenlemeleri değil Sözleşme ölçütünü karşılaması gerektiğini teyit etmiştir (bkz., diğer kararların arasında, yukarıda anılan OttoBenet Czech, spol. s.r.o., ve Büyükdere ve Diğerleri kararları).
50. Önceki karar ya da sonkararlarının hiçbiri resmi olarak kendisini bağlamasa da, Mahkeme kendisinin, hukuki kesinlik, öngörülebilirlik ve yasa önünde eşitliğin menfaatleri uğruna önceki içtihadından zorlayıcı bir gerekçe olmadıkça ayrılmaması gerektiği kanısındadır (bkz., örneğin, Chapman v. BK [BD], 27238/95, § 70, ECHR 2001-I). Aynı şey daha ziyade usuli kurallarla ilgili olarak hukuki kesinliğin özel öneme sahip olduğunda da doğrudur ve Mahkeme’nin emsalleri yargılamadaki bütün tarafların menfaatlerine hizmet eden öngörülebilirlik ve tutarlılık gerekliliklerinin karşılandığından emin olmak için daha bile katı takip edilmelidir.
Bu nedenle yukarıda belirtildiği gibi, yerleşik içtihat ve kararlarından Mahkeme’nin ayrılmasını haklı kılacak iyi sebeplerin var olup olmadığını tespit etmek gerekiyor.
51. Kararında, Daire, sürenin başlangıç gününün (dies a quo) tespitine ilişkin olarak, Mahkeme’nin her zaman iç hukuk ve uygulamasını dikkate aldığına işaret etmiş ve aynı yaklaşımı dies ad quem’i tespit edebilmek için kullanmaya karar vermiştir  (bkz., Daire kararı, § 40).
52. Ancak, Büyük Daire’ye göre, Sözleşme kurumlarının içtihatlarının bir analizi, iç hukuk ve uygulamayı dikkate almakla birlikte, hiç kuşkusuz, önemli bir boyutu ortaya çıkarmaktadır, [ancak] bu altı aylık sürenin başlangıç noktasının belirlenmesinde belirleyici değildir. Gerçekten bu analiz, Sözleşme kurumlarının aynı yaklaşımı benimsemedikleri iki çeşit durumun ayrımını yapmayı mümkün kılmaktadır.
53. Birinci durum, iç hukuk yollarının tüketilmesi bağlamında, başvurucunun dikkatine sunulan son kararın tarihinin tespitine ilişkin davaları kapsamaktadır. Yukarıda anılan Worm davasında, Hükümet itiraz mahkemesinin son kararının açıklandığı gün süre sınırının işlemeye başlaması gerektiğini ileri sürerek, altı aylık süre sınırının yerine getirilmediğini iddia etmiştir. Ancak, Avusturya hukuku uyarınca, son karar başvurucuya ya da varsa avukatına tebliğ edilmek zorundadır. Kabuledilebilirlik kararında Komisyon, bu davanın daha önceki yaklaşımının gözden geçirilmesine olanak tanıdığını etmekle birlikte, [ulusal] mahkeme ister ilgili kararının tamamını ya da bir kısmı okunmuş olsun, iç hukuk uyarınca son kararın yazılı olarak tebliğinin zorunlu olduğu sonucuna varmıştır.
Mahkeme daha sonra bu yaklaşımı teyit etmiş ve kararın bir örneğinin tebliği tarihinde altı aylık süre sınırının işlemeye başlamasının 35. maddenin 1. fıkrasının amaç ve hedefine daha uygun olduğuna hükmetmiştir (bkz., yukarıda anılan Worm kararı, § 33). Daha sonraki karar ve sonkararlarında, Mahkeme içtihadını takip etmiş ve bireysel başvuru hakkının etkili uygulamasını güvence altına alma ihtiyacına tam sonucunu verebilmek için iç hukuk uyarınca kural ve uygulamayı dikkate alarak altı aylık süre sınırının başlangıç noktasını belirlemekte duraksamamıştır (bkz., başka pek çok kararlar arasında, bir kararın kesinleştirilme tarihi içih Papachelas v. Yunanistan, no. 31423/96, § 29, ECHR 1999-II ve bir para cezasının bildirimi için Seher Karataş v. Turkey, no. 33179/96, § 28, 9 July 2002).
54. İkinci çeşit durum özellikle ihlal iddiasının “sürekli bir durum” oluşturduğu ve/veya iç hukukta etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı davalarda başlangıç noktasının tespitine ilişkindir. Mahkeme’nin yerleşik içtihadına göre, süregelen durum davalarında, süre her gün yeniden işlemeye başlamak ve sadece bu durum son bulduğunda altı aylık süre gerçekten işlemeye başlayacaktır (bkz.,Varnava ve Diğerleri v. Türkiye [BD], (16064/90, 16065/90, 16066/90, 16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90, 16072/90 ve 16073/90), § 159, ECHR-2009). Aynı şekilde, daha en başından başvurucu için etkili bir başvuru yolunun olmadığı belli olduğunda, altı aylık süre eylem ya da tedbir tarihinden ya da eylem ya da tedbirin başvurucu üzerindeki etkilerinin ya da başvurucuya zarar verdiğinin öğrenildiği tarihten işlemeye başlayacaktır (ibid, § 157). Bu nedenle Mahkeme için, tehlikede olan şeyi de dikkate alarak, ne zaman bir başvurucunun kendisine şikayette bulunmaya niyetlendiği şikayeti yapması gerektiğini tespit etmek bir sorundur (ibid, § 169).
55. Yukarıda açıklanan değişik yaklaşımların sebebinin altında altı aylık süre kuralının ilke olarak özerk olması ve bireysel başvuru hakkının etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamak için her bir bireysel vakadaki olgulara göre çözümlenmesi ve uygulanması gerekliliği yatmaktadır  (bkz., başka pek çok kararlar arasında, Büyükdağ v. Türkiye kk., 6 Nisan 2000–(28340/95); Fernández-Molina González ve 369 Diğerleri v. İspanya kk., 8 Ekim 2002–(64359/01); ve Zakrzewska v. Polonya, 16 Aralık 2008–(49927/06), § 55,).
56. Dahası, süre sınırının hesaplanmasında Mahkeme’nin iç hukuk kurallarından bağımsız bir şekilde kendi ölçütünü uygulaması, hukuki kesinliği, adaletin doğru işlemesini, Sözleşme mekanizmasının işlevini etkili bir şekilde yerine getirmesini güvence altına almayı amaçlamaktadır. Gerçekte, sürenin son günün tespitinde, Mahkeme iç hukuk ve uygulamasını dikkate almakla sınırlanırsa, Sözleşmeye taraf 47 Devletin, Devletten Devlete, hatta aynı Devletin içinde bile değişiklik gösteren (örneğin, aynı resmi tatil listesine sahip bulunmayan iki özerk toplumun dahil olduğu Stone Court Shipping Company, S.A. v. İspanya davasına bkz., 28 Ekim 2003–(55524/00), § 39)  ve ayrıca zamanla değişebilir resmi tatillerinin tam bir listesini oluşturmuş olması gerekirdi.
57. Ayrıca, muhtemel başvurucuların halen çok sayıda iletişim aracına (posta, faks, elektronik iletişim, internet vs.) sahip olduğunu dikkate alarak, Mahkeme, altı aylık süre sınırının başvuruda bulunup bulunmamaya ve eğer bulunmaya karar verirse, İçtüzüğün 47. maddesine uygun olarak içeriğine karar vermeye, şimdi her zamankinden daha çok, yeterli olduğunu düşünmektedir.  Mahkeme, Taraf Devletlerin, bireysel başvuru hakkının uygulanmasına engel olmama yükümlülüğüne uygun davranmasının sistemin etkililiği için asıl olmasına karşın, yine de başvurucuların ilgili usuli kurallar konusunda uyanık olması gerektiğini belirtmektedir (gerekli değişikliklerle, bkz., yukarıda anılan Varnava ve Diğerleri, § 160).
58. Dahası, Mahkeme dönem, tarih ve zaman sınırlamalarına uygulanabilir kuralları tespit eden  3 Haziran 1973 tarihli Konsey Düzenlemesi’nin (EEC, Euratom)  3. maddesinin 4. fıkrasını ve imzacı 10 Devletten sadece dördünün onayladığı 16 Mayıs 1972 tarihli Süre–Sınırlamalarının Hesabı Hakkında Avrupa Sözleşmesinin 5. maddesini not etmektedir(bkz., yukarıda 20-23. paragraflar).  Bununla birlikte, usul ve süre sınırlarına ilişkin olarak hukuki kesinlik gerekliliğini dikkate alarak ve Avrupa Konseyi üyesi Devletler arasında sürenin hesabında genel bir konsensusa ulaşma zorluğu sürdüğü ölçüde, Mahkeme yerleşik yaklaşımını sürdürmesi gerektiğine karar vermiştir.
59. Yukarıdakilerin ışığında, Mahkeme yukarıda açıklanan içtihatlarından ayrılmayı haklı çıkaracak bir sebep görmemektedir (bkz., 49. paragraf).
c. Sonuç
60. Mevcut davada, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin son kararını 16 Kasım 2005 tarihinde verdiği ve başvurucuya 28 Kasım 2005 tarihinde tebliğ edildiğini belirlemek yeterlidir. Bu nedenle, Sözleşme’nin 35 § 1. maddesinin öngördüğü süre sınırı tebliği takip eden 29 Kasım tarihinde işlemeye başlamış ve 28 Mayıs 2006 gününün gece yarısında sona ermiştir. Başvurucu ise yukarıda belirtilen tarih geçtikten sonra 29 Mayıs 2006 tarihinde başvuruda bulunmuştur.
61. Mahkeme’ye göre, altı aylık süre sınırının son günü, 28 Mayıs 2006 tarihi Pazar gününe denk gelmesi ve bu koşullarda, iç hukuk uyarınca, süre sınırı ilk iş gününe uzamış olması olgusu, sürenin son gününün (dies ad quem) tespitini etkilemez. Mahkeme, altı aylık süre kuralına uygunluğun Sözleşme’de spesifik olarak oluşturulmuş ölçüt kullanılarak tespit edilerek sağlanacağını yinelemektedir. Ayrıca, Sözleşme'nin 35§1. maddesinde öngörülen süre sınırını dikkate alarak, bu davada Mahkeme’nin içtihadının farkında olması gereken bir avukatla temsil edilen başvurucunun [son günün] tatil gününe denk geldiğini ve buna göre davranılması gerektiğini öngörememiş olduğunu düşündürecek herhangi bir işaret bulunmamaktadır (bkz., yukarıda anılan Otto ve Büyükdere ve Diğerleri kararı, § 10).
62. Sonuç olarak, bu başvurunun iç hukuktaki son kararın Sözleşme'nin 35§1. maddesi anlamında tebliğinden altı aydan daha fazla bir süre sonra yapılması nedeniyle davanın esası incelenemez.

* Yargı mercileri tarafından verilen kararlar yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine ve olayın özelliklerine göre verilen kararlar olup; kararların emsal karar olarak uygulanıp uygulanmayacağı her somut olay özelinde ayrıca değerlendirilmelidir. Kapsamlı değerlendirme ve benzer içtihat örnekleri için ilgili departmanımız ile iletişime geçiniz.

Paylaş:

Emsal Kararlar

Yeni Eklenenler

Sosyal Medyada Biz

error: Özderin Avukatlık Bürosu - Ankara - Uzman Kadromuza ulaşmak için lütfen arayınız ! 0312 428 03 13