Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu

Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu

Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu

Türk hukukunda anonim ortaklıklar tüzel kişiliğe sahip sermaye şir­ketleridir. Bu tür ortaklıklar ayrı bir hukuki kişiliğe sahip olmaları nedeniyle paydaşlardan bağımsız olarak hakları iktisap edebilir ve borç altına girebi­lirler. Ortaklık tüzel kişiliğinin yönetim ve temsili organları vasıtasıyla mümkündür. Anonim şirketler bakımından yönetim kurulu, zorunlu bir or­gan olup ortaklık açısından önemli fonksiyon ifa eder.
Yönetim kurulu, anonim şirketin ortaklarından oluşan ve sürekli faali­yette bulunan organıdır. Şirketin temsil ve yönetimi, tüzel kişiliğin kazanıl­masından sona ermesine, hatta belirli ölçüde ve sınırlı olmakla beraber tas­fiye aşamasında da yönetim kuruluna aittir. İncelemenin konusunu, anonim şirket yönetim kurulunun organ sıfa­tını kazanması oluşturmaktadır. Çalışmada Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunu hükümleri kapsamında organ kavramı ve yönetim kurulunun hukukî statüsü, bu sıfatın kazanılması ve kaybedilmesi incelenmiştir. Önemi nede­niyle tüzel kişiler bakımından organ kavramına ilişkin doktrinde ileri sürülen görüşler ortaklıklar hukuku çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılmıştır. Ortaklık yönetim kurulunun organ sıfatını kaybetmesinin geçici ya da kesin olması, farklı sonuçlar doğurmaktadır. Zira, anonim ortaklığın zorunlu organlarından olan yönetim kurulunun sürekli kaybı, talep üzerine mahkeme tarafından şirketin feshine karar verilmesine neden olabilecekken, yönetim organının geçici olarak kaybedilmesi durumunda, geçici yönetim kurulu tayin edilmesi, yedek yönetim kurulu seçilmesi, mahkemece yönetim kuru­luna üye seçilmesi ya da kayyım tayini gibi ihtimalleri gündeme getirebil­mektedir. I. Anonim ortaklıklarda yönetim kurulu

A. Genel olarak

Tüzel kişilerin hakları iktisap edebilmeleri ve borç altına girebilmeleri için yönetim ve temsil işlerini yapan gerçek kişilere ihtiyaçları vardır. Türk Medenî Kanununun 49 ve 50’nci maddelerinde yer alan tüzel kişiliğe dair hü­kümler Türk Ticaret Kanununun 138’inci maddesinin atfı nedeniyle ano­nim şirketler açısından da geçerlidir. TMK ve TTK’da düzenlenmiş olup kendilerine tüzel kişilik tanınmış olan şahıs ve mal topluluklarının hemen hepsine ilişkin düzenlemelerde organ veya tem­silci kavramlarına yer veril­miştir.[1] Anonim şirketler tüzel kişiliğe sahip ortak­lıklar olduklarından (TTK md. 137) ortaklık adına yapılan işlemler sonucunda bizzat tüzel kişi olan ortaklık hak sahibi olur ya da borç altına girer. Ortaklık ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazanır daha sonra or­ganları vasıtasıyla temsil olunur. Or­takların ortaklığa koymayı taahhüt et­tikleri sermaye borcunu yerine getir­melerinden sonra, ortaklığın borcundan dolayı herhangi bir sorumlulukları bulunmamaktadır.[2] Tüzel kişilerin faaliyette bulunabilmeleri ancak gerekli organlara sa­hip olmalarıyla mümkün olduğundan, kanun koyucu tüzel kişiliğin niteliğine göre zorunlu organları doğrudan doğruya kendisi hükme bağlamıştır. Tüzel kişilerin kanunda sayılmış olan zorunlu organlar dışında, diledikleri tak­dirde ihtiyaçları doğrultusunda ihtiyarî organlar oluşturmalarına engel bu­lunma­maktadır. Kanun koyucu, anonim şirketlerin ekonomik hayatta taşıdığı önem nedeniyle bunların organlarına ilişkin daha sıkı şartlar öngörmüştür.[3]

Bilindiği üzere yönetim kurulu; anonim şirketlerin kanunla düzen­len­miş zorunlu organlarından biridir. Kanunun öngördüğü diğer zorunlu or­ganlar gibi yönetim kurulunun bulunmaması ya da teşekkül edememesi de anonim ortaklık için infisah sebebidir. TTK’nın 317’nci madde­sinde yer alan “Anonim şirket idare meclisi tarafından idare ve temsil olu­nur.” hükmü ile şirketin iç ilişkide yönetimi, dış ilişkide ise temsil yetkisinin yönetim kuruluna ait olduğu ifade edilmiştir. Yönetim kurulu ortaklığın yü­rütme ve temsil organıdır. Anonim ortaklığın kanunî temsilcisi olan yönetim kurulu­nun diğer bir özelliği de daimî bir organ olmasıdır. Bütün pay sahiple­rini bünyesinde toplayan genel kurul, üst organ olmasına karşılık niteliği gereği ağır işlemektedir. Bu nedenle yönetim kurulu, şirketin devamlı tem­silciye olan ihtiyacını karşılamaktadır.

Anonim şirket yönetim kurulu, gerçek kişi üyelerden oluşur ve sürekli faaliyette bulunur. Anonim şirketin sahip olduğu medenî haklar yönetim kurulu vasıtasıyla kullanılır. Anonim şirketin tüzel kişilik kazanmasından sona ermesine kadar, hatta sınırlı bazı durumlarda tasfiye sürecinde dahi şirketin yönetimi ve temsili yönetim kuruluna aittir.

B. Organ kavramı

Tüzel kişiliği olan topluluklar amaçlarına ulaşabilmek için kanunlarda tespit edilmiş olan çeşitli dış görünüşler altında kurulurlar. Kanun koyucu, bu kuruluş şekillerini belirtmekle yetinmeyip, her bir tüzel kişilik türü bakı­mından sahip olması gereken organları da ayrıca belirtmiştir. Tüzel kişilerin, faaliyette bulunabilmeleri de bu organların varlığına bağlanmıştır.

Yönetim kurulu, niteliği bakımından üyelerden oluşan bir kurul or­gandır. Organ kavramı tıpkı tüzel kişilik gibi soyut niteliktedir. Bu kelime, başlangıçta “alet” anlamında kullanılmasına karşılık, 19. yüzyılda yaşayan bir varlığa sahip olduğu kabul edilen tüzel kişilerde, hukukî kavram olarak kullanılmaya başlanmıştır.[4] Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, organ kavra­mının nihaî ve tek bir tanımının yapılması mümkün görülmemektedir. Bu nedenle, organ kavramının doktrin ve içtihatlar doğrultusunda ana hatlarıyla; kanun maddeleri, tüzel kişinin statüsü, nizamnamesi veya iç talimatnamele­riyle yetkili kılınan ve tüzel kişi için önemli olan korporatif görevleri de­vamlı ve bağımsız olarak, gerek üçüncü şahıslarla olan ilişkilerde, gerekse tüzel kişinin iç yapısında, yerine getirmesi için yetkili kılınan veya kendisine bu tip görevleri fiilen ve dışa karşı belli olacak şekilde bağımsız ifa yetkisi verilen şahıs veya şahıs gruplarıdır, şeklinde tanımlanması mümkündür.[5]

Organ tabiri hem tüzel kişinin iradesini, onun namına açıklamaya ehil olan gerçek kişileri, hem de bu kişilerden oluşan kurulu ifade eder. Anonim ortaklıklarda organ olarak tanımlanan birim, gerçek kişilerden oluşan kurul­dur.[6] Diğer taraftan anonim ortaklık organına, üyesi olan gerçek kişiler canlılık verir. Yönetim kurulu ancak kanunda öngörülmüş yeterli sayıdaki üyenin bir araya gelmesi ile belli konularda işlem yapabilme yeteneğine kavuşur.[7] Gerçek kişilerin yanında tüzel kişilik olarak ortaya çıkmış olan var­lıkların da hak ve borçlara ehil olmasının hukukî dayanağının ne olduğu konusu uzun süre tartışılmıştır. Bu hususta esas itibarıyla iki farklı görüş ileri sürülmektedir. Şöyle ki; 1. Fiksiyon teorisi Roma hukukunda benimsenen gerçek kişilerin dışında başka hak süjesinin bulunmadığı görüşünden hareketle savunulmakta olan bu görüşe göre yalnızca gerçek kişiler fiil ehliyetine sahip kabul edildiğinden ancak bu kişiler hak ve sorumluluk sahibi olabilirler. Tüzel kişiler yapay olarak belli bir amacı meydana getirmek amacıyla hukuken yaratılmış varlıklar oldukla­rından yalnızca birer fiksiyondurlar. Bu teoriye göre, kanun koyucu sosyal bir takım ihtiyaçları karşılamak amacıyla aslında var olmayan duruma, var­sayıma dayanarak bir hayat hakkı tanımıştır.[8] Doktrinde özellikle Savigny tarafından savunulmuş olan bu teoriye göre; tüzel kişiliğin gerçek anlamda fiil ehliyetine sahip olmadığı kabul edildiğinden, kendilerini oluşturan kişilerden bağımsız irade oluşturma hakkı bulunmamaktadır.[9] Tüzel kişiliğin hukukî işlem yapabilmesi için ger­çek kişilerin irade açıklamalarına ihtiyacı bulunmaktadır. Bu durumda tüzel kişilerle organları arasındaki ilişkiye kanunda yer alan temsil hükümleri uygulanacaktır. Temsilcinin yaptığı bir sözleşmeyle temsil olunanın bağlı sayılabilmesi aralarında temsil ilişkisinin varlığını zorunlu kılar. Bu durum, temsilcinin temsil yetkisinin sınırlarını aşması ya da hukuka aykırı hare­kette bulunması durumunda önem kazanır.[10] 2. Gerçeklik teorisi Bu görüş tüzel kişileri gerçek birer varlık olarak görmekte olup, bu ki­şilerin tıpkı gerçek kişiler gibi tüm hak ve borçlara ehil olabileceğini kabul etmektedir. Tüzel kişiler ilk kuruluşları esnasında, kurucu gerçek kişilerin bu yöndeki irade açıklamalarına ihtiyaç duymakta, sonraki aşamada ise kendi başlarına yeterli ve bağımsız varlık haline gelmektedirler.[11] Gerçeklik teorisinin taraftarları bu görüşü, devlet ve diğer tüzel kişi­lerden yola çıkarak kabul etmektedirler. Gerçekten de devlet ya da diğer tüzel kişilerin kuruluşlarında bir araya gelen gerçek kişilerin iradesine ihti­yaç duyulurken, sonraki aşamada tüzel kişilik kendisini oluşturan kişilerden bağımsız varlık hâline gelmektedir. Ancak tüzel kişilerin faaliyette buluna­bilmeleri için tüzel kişilik adına hareket edecek gerçek kişilerin varlığı ge­reklidir. Bu teoriye göre tüzel kişiler gerçek birer varlık olarak algılandıkla­rından tüzel kişiler adına hareket eden kişi ya da kişiler (arasındaki ilişki temsil teorisinde ileri sürülenin aksine) tüzel kişinin bir parçası olarak kabul edilir. Âdeta insanın kendi organlarını kullanması gibi tüzel kişiler de irade­lerini ortaya koymada bu organlarından yararlanacaklardır. Bu durumda tüzel kişilik adına hareket eden kişinin irade beyanı tüzel kişinin kendi dav­ranışı olarak kabul edilecektir.[12]

Yönetim kurulunun hukukî niteliği

Esas itibarıyla yönetim kurulu, anonim ortaklığın kanunî mümessili olup, şirketin idaresinde işletme sahibi ve işveren konumundadır (TTK md. 317). Yönetim kurulu, anonim şirket yapısı içinde kurul şeklinde faaliyet göstermektedir. Organ kavramı, soyut bir anlam ifade etmekte olup organı oluşturan gerçek kişilerin işlemleri ona hayat vermektedir. Yönetim kurulu, anonim şirketin yapısı bakımından hem zorunlu hem de faaliyeti süreklilik arz eden bir organdır. Çünkü yönetim kurulu dışındaki organlar, hukukî var­lıkları bakımından süreklilik taşımalarına rağmen faaliyetlerini aralıklar ha­linde sürdürmektedirler. Ortaklığın günlük işlemlerinin yapılması, üçüncü kişilerle kurulan ilişkilerin sürdürülmesi görevleri ise yönetim kurulu tara­fından yapılmaktadır.[13] Temsil faaliyeti ortaklar bakımından bir hak ve borç olmamasına kar­şılık yönetim kurulu üyeleri için hem bir hak, hem de bir borçtur. Anonim ortaklığın dış ilişkide hukuksal ilişkilere girebilmesi yönetim kurulunun temsil görevini ifa etmesiyle mümkün olabilmektedir. Temsil görevi yöne­tim kuruluna ait olmakla birlikte kanunda “birlikte temsil” esası kabul edil­memiştir. Sözleşmede aksine bir hüküm bulunmaması durumunda yönetim kurulunun iki üyesinin imzası şirketi bağlar (TTK md. 321). Şayet anonim şirketin yönetim kurulu üyelerinin tamamının temsil yetkisine haiz olma­ması isteniyorsa bu durumun ortaklık esas sözleşmesinde belirtilmesi, tescil ve ilân olunması gerekmektedir. Bu şekilde bir sınırlama mevcut değilse yönetim kurulu üyelerinden her birinin temsil yetkisinin bulunduğu kabul edileceğinden ortaklık herhangi iki temsilcinin imzası ile ilzam olunur.[14] Anonim ortaklıklarda, yönetim kurulunun genel yetkili organ olması, genel kurulun üst organ olma niteliğine engel teşkil etmez. Türk Ticaret Kanunuyla genel kurula verilmiş olan yetkiler sınırlı sayıda olmasına rağ­men ortaklığın temel yapısıyla ilgilidir. Ancak özellikle halka açık anonim ortaklıkların pay ve ortak sayısının çok olmasına bir de ortakların yönetime ilgisizlikleri eklenince yönetim kurulu, çoğunlukta olan pay sahipleri karşı­sında genel kuruldan aldığı güç sayesinde daha etkin hâle gelmektedir. Yönetim kurulunun üçüncü şahıslarla yaptığı işlemler doğrudan doğ­ruya tüzel kişinin hukukî sahasında hüküm ve sonuçlarını meydana getirir. Bu itibarla organın tüzel kişilik adına yaptığı işlemler doğrudan doğruya bütün üyeler açısından geçerli olacak şekilde tüzel kişiliği bağlar.[15] Öte yandan, tasarrufların menkul kıymetlere yatırılarak halkın iktisadî kalkınmaya etkin ve yaygın bir şekilde katılmasını sağlamayı amaç edinen Sermaye Piyasası Kanunu, özellikle kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş olan anonim ortaklıklarda yönetim kuruluna geniş yetkiler tanımıştır (SPK md. 12). Yine bu tür anonim ortaklıklarda sözleşmeye konulacak hükümle, yönetim kuruluna imtiyazlı ya da itibarî değerinin üzerinde hisse senedi çı­karma, pay sahiplerinin rüçhan hakkını sınırlandırma veya imtiyazlı hisse sahiplerinin haklarını kısıtlama yetkileri tanınabilir. Türk Ticaret Ka­nununda genel kurulun yetkisinde olan tahvil çıkarma yetkisi aynı şekilde esas söz­leşmeye konulacak olan hükümle yönetim kuruluna devredilebilir (SPK md. 13/son). Halka açık anonim ortaklıkların yönetim kurullarına, TTK’daki hü­kümlere oranla daha başka bir kısım yetkilerin Sermaye Piyasası Kanunuyla tanınmış olması, adeta genel kuruldan yönetim kuruluna bir yetki ve güç devri olduğu sonucunu doğurmaktadır. Nitekim Kanunun gerekçesinde de genel kurulun bir kısım yetkilerinin yönetim kuruluna dev­rinden söz edil­mektedir.[16]

C. Yönetim kurulu üyeliği sıfatının kazanılması

1. Yönetim kurulu üyeliği Anonim şirket yönetim kurulu en az üç kişiden oluşan bir organdır (TTK md. 312/1). Bankaların yönetim kurullarının ise asgarî beş üyeden oluşma zorunluluğu bulunmaktadır (Bankalar Kanunu md. 9/1). Anonim şir­ketlerin yönetim kurulu üye sayısının üst sınırı kanunlarda öngörülmemiş olduğundan şirket esas sözleşmesinde üye sayısının daha fazla olarak belir­lenmesine engel bulunmamaktadır. Hatta şirket esas sözleşmesinde yönetim kurulu üye sayısının alt ve üst sınırının gösterilerek bu sınırlar dâhilinde üye sayısının belirlenmesi genel kurula da bırakılabilir. Üye sayısı, anonim şir­ketin çalışma alanları, ortak sayısı, esas sermaye miktarına göre farklılık gösterebilir. Yönetim kurulunun üye sayısının çift olmasında bir engel bu­lunmamasına karşılık uygulamada genelde tek sayılı olarak kurulmasına kararların kolaylıkla alınmasını sağlamak amacıyla özen gösterilmektedir.[17] Anonim şirketin yönetim kurulu üye sayısı usulüne uygun olarak yapılacak sözleşme değişikliği ile eksiltilebilir ya da artırılabilir. Ancak bu sayı üç kişiden az olamaz. Yönetim kurulu üyelerinin en çok üç yıl için seçilmeleri mümkün olup, bu üyelerin şirket ana sözleşmesinde aksine bir düzenleme bulunma­dığı takdirde yeniden seçilmelerine engel bulunmamaktadır. 2. Yönetim kurulu üyeliği sıfatının kazanılması Anonim ortaklıklarda organları seçme yetkisi genel kurula ait olup bu yetkinin devredilmesi mümkün değildir. Genel kurul kararında yönetim ku­rulu üyelerinin ne kadar süre ile görev yapmak üzere seçildiği hususu açık değilse, seçimin bir faaliyet yılı için yapıldığının kabul edilmesi uygun ola­caktır.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi doktrin ve uygulamada şirket ile yö­netim kurulu arasındaki ilişkinin esas olarak vekâlet ilişkisi olduğu çoğun­lukla kabul edilmektedir.[18] Genel kurulun şirket ortaklarından bir kişiyi yöne­tim kurulu üyeliğine seçmesi ona yapılmış bir icap olarak değerlendi­rilmelidir. Bu ortağın icabı, açıkça ya da zımnen kabul etmesiyle şirket ile üye arasında sözleşme bağı kurulur. Şirket genel kurulunda bulunup da ya­pılan seçime itiraz etmeyen ya da gıyabında yapılan seçimden sonra yönetim kurulu toplantısına katılmak veya yönetim kurulu olarak alınmış kararı im­zalamak suretiyle bu görevi ifa etmeye başlamak üyeliğin zımnen kabul edildiği olarak anlaşılmalıdır.[19]

TTK’da anonim ortaklıklarda yönetim kurulu ile ilgili 317, 320, 321 ve 333’üncü maddelerindeki hükümlerle, Borçlar Kanununun 386/3, 397/1, 528 ve 530’uncu maddelerinde yer alan hükümler arasındaki benzerlikler, TTK’da boşluk olması halinde Borçlar Kanununun vekâlete ilişkin hüküm­lerinin uygulanacağını göstermektedir.

Anonim ortaklığın genel kurulu ya da yönetim kurulunca seçilen kişi tarafından bu görevin kabul edilmesiyle kurulan sözleşmenin şartlarını ta­raflar serbestçe kararlaştırabilirler. Vekâlet akdinde vekil, ücretli veya ücret­siz olarak müvekkile ait işlerin yürütülmesi veya bir hizmetin ifasını sonuç sorumluluğu olmaksızın onun genel talimatları doğrultusunda ve fakat ona tâbi olmaksızın, ondan bağımsız olarak taahhüt eder. Üyenin alacağı ücret ve diğer iş görme şartları sözleşmede belirlenebilir.[20]

Genel Kurul Toplantıları ile Hükûmet Komiserleri Hakkında Yönet­meliğin 15’inci maddesinin (b) bendinde “Yönetim kurulu üyeliklerine genel kurul toplantılarında bizzat hazır bulunmayanların seçilmeleri, bunların bu göreve aday olduklarını seçimden önce imzası noterden onaylanmış yazılı beyanda bulunmaları” şartına bağlanmış olmakla birlikte Çamoğlu’nun da ifade ettiği üzere bu hüküm kanunun idareye bıraktığı düzenleme yetkisinin sınırlarını aşmaktadır. Konunun borçlar hukuku genel ilkeleri çerçevesinde çözülmesi uygun olup anılan şekildeki düzenlemeler şirketle üye arasında serbest irade ile oluşan sözleşmeye müdahale niteliğindedir.[21]

D. Yönetim kurulu üyesi olabilme şartları Tüzel kişiler ile organları arasındaki ilişki, temsil teorisi kapsamında bir “temsil ilişkisi” olarak kabul edilecek olursa, tüzel kişinin işlemleri ba­kımından kanundaki temsil hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Bi­lindiği gibi temsil ilişkisinde, bu yetkiyi veren kimse temsilciye bıraktığı bütün yetkileri doğrudan doğruya kendisi de kullanabilir. Organ tayini ha­linde ise tüzel kişiliğin bünyesinde yer alan bütün diğer üyeler aradan çık­mıştır. Artık isteseler de organa bırakılan alanda hukukî işlemler yapa­maz­lar.[22] Temsilci, haksız fiilinden doğan zararlardan doğrudan doğruya kendisi sorumlu olup bu tür eylemlerinin hüküm ve sonuçlarını temsil olunana dev­redemez. Oysa, organın bu tür eylem ve işlemlerinden Türk Medenî Kanu­nunun 50/2’nci maddesine göre tüzel kişi doğrudan doğruya borç altına gi­rer. Bu itibarla, hukuka aykırı fiiller açısından da temsil hükümlerinin uy­gulan­ması fiksiyon teorisinin tasavvurlarını karşılamamaktadır. Bu nedenle ger­çeklik ve organ teorisi tercih edilebilir görülmektedir. Çünkü, tüzel kişi­liğin kendi organları aracılığıyla iradesini oluşturup açıkladığı, kendi başına hak sahibi olduğu gibi borç altına da girebileceği düşüncesinin, tüzel kişili­ğin faraziye değil gerçek bir varlık olduğu yönündeki anlayışla uyumlu ol­duğu söylenebilir.[23] Bu durumda, gerçek kişiler ile tüzel kişiler arasındaki tek fark tüzel kişilerin maddî anlamda var olmamalarıdır. İsviçre Federal Mahkemesi de tüzel kişi organlarını, “tüzel kişiliğin iradesini açıklayan do­ğal kanal” olarak ifade etmekte olup, organları tüzel kişiliğin iradesini açık­lamakla yükümlü vasıta olarak görmektedir.[24] Yönetim kurulu üyelerinin niteliklerini şu şekilde sıralayabiliriz. 1. Gerçek kişi olmaları Yönetim kurulu üyelerinin gerçek kişi olmaları şarttır. TTK’nın 312’nci maddesinin ikinci fıkrasında, “İdare meclisi pay sahibi âza or­taklar­dan teşekkül eder. Ancak pay sahibi olmayan kimseler âza seçildikleri tak­dirde bunlar pay sahibi sıfatını kazandıktan sonra işe başlıyabilirler. Pay sahibi olan hükmî şahıs idare meclisi azası olamaz. Fakat hükmî şahıs tem­silcisi olan hakikî şahıslar idare meclisine âza seçilebilirler. 275 inci madde hükmü mahfuzdur.” hükmü yer almaktadır. a. Tüzel kişilerin durumu Kanunun yukarıda anılan hükmü nedeniyle pay sahibi tüzel kişilerin yönetim kurulu üyesi olmalarına imkân bulunmamakla birlikte tüzel kişinin temsilcisi olan gerçek kişilerin yönetim kuruluna üye seçilmelerine imkân tanınmıştır. Ülkemizde tüzel kişilerin iştiraki ile kurulmuş olan birçok ano­nim şirket bulunmaktadır. Bu tüzel kişiler kendi temsilcilerini yönetim ku­rulu üyesi olarak seçtirebilirler. b. Kamu tüzel kişilerinin durumu TTK’nın 275’inci maddesi gereğince, Devlet, vilayet, bele­diye gibi kamu tüzel kişilerinin pay sahibi olmasalar dahi esas sözleşmeye konulacak olan bir hükümle, konusu kamu hizmeti olan anonim şirketlerin yönetim kurulunda temsilci bulundurabilmeleri mümkündür. Aynı zamanda kamu tüzel kişilerinin yönetim kurulundaki temsilcilerinin genel kurul kara­rına ihtiyaç bulunmaksızın ilgili hükmî şahıs tarafından her zaman azledil­mesi ve yerine yenilerinin atanması mümkündür. Diğer taraftan, bu şekilde atanmış olan kişilerin hak ve görevleri bakımından genel kurul tarafından seçilmiş olan üyeler arasında fark yoktur.[25] 2. Fiil ehliyetine sahip olmaları Türk Ticaret Kanununda yönetim kurulu üyelerinin ehliyeti konu­sunda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak yönetim kurulu üyeliği­nin yapısında yetki ve sorumluluğu birlikte taşıdığı dikkate alınacak olursa bu işi yapacak olan kişinin tam fiil ehliyetine sahip olmasının zorunlu ol­duğu ortaya çıkar. Buna karşılık doktrinde, yönetim kurulu üyesi olabilme yeterliliği ba­kımından, fiil ehliyetinin hiç bulunmaması ile sınırlandırılmış olması birbi­rinden ayrılmaktadır. Çoğunluk görüşe göre,[26] fiil ehliyeti bulunmayanların yönetim kurulu üyesi olamayacağı kabul edilmekle birlikte bazı yazarlar sınırlı ehliyetli olan kişilerin üyeliğine engel bir durum bulunmadığını ileri sürmektedirler. Bilindiği üzere, TTK’nın 315’inci maddesinin ikinci fık­ra­sına göre, hacir altına alınma üyeliğin sona erme nedeni olarak kabul edil­miştir. Ayrıca 329’uncu madde gereğince yönetim kurulu üyelerinin ortaklık işle­rinde ob­jektif özen yükümlülükleri mevcuttur. Kanaatimizce, bu du­rumda sınırlı ehliyetlilerin yönetim kurulu üyesi olabileceğinin kabul edil­mesi TTK’nın anılan maddelerine aykırılık teşkil eder.

Yönetim kurulu üyesi olabilmek için ehliyet bakımından kanunda ön­görülmüş şartlara ek olarak şirket esas sözleşmesinde, başka bir takım şartlar da benimsenmiş olabilir. Örneğin, 70 yaşından büyük olmamak, Türk vatan­daşı olmak gibi. Emredici hükümlere aykırı olmamak kaydıyla esas sözleş­meye konulan bu tür hükümler geçerlidir.

Özel kanunlarda da yönetim kurulu üyelerinin kimlerden olabilece­ğine ilişkin hükümler yer almaktadır. Bankalar Kanunu, banka yönetim ku­rulu üyelerinin yarısından bir fazlasının hukuk, iktisat, işletmecilik, maliye, bankacılık veya mühendislik-işletmecilik dallarında yüksek öğrenim gör­müş olması şartını aramaktadır (Bankalar Kanunu md. 21).

Bazı durumlarda yönetim kurulu üyelerinin Türk vatandaşı olmasına TTK hüküm ve sonuçlar bağlamıştır. TTK’nın 823’üncü maddesinin dör­düncü fıkrasının iki numaralı bendine göre, anonim şirketin malı olan ge­miler, diğer şartlara ek olarak şirketin yönetim ve tem­siline yetkili ortakların çoğunluğunun Türk vatandaşı olmaları koşuluyla Türk gemisi sayılmaktadır.

3. Seçilme engelinin bulunmaması

TTK’nın 347’nci maddesindeki, murakıpların aynı za­manda yönetim kurulu üyeliklerine seçilemeyecekleri, hükmü nedeniyle yönetim kurulu üyeliği ile denetçilik görevi bağdaşmaz. Yönetim kurulu üyeliğine seçilen denetçinin bu görevi kabulü halinde denetçilik görevi sona erer.[27]

Devlet Memurları Kanununun 28’inci maddesine göre, Devlet me­murları­nın ticaret yapmalarının yasak olması nedeniyle memurların ticaret ortak­lıklarında müdürlük ve yönetim kurulu üyeliği görevlerini alabilmeleri mümkün değildir. Avukatlık Kanununun 12’nci maddesine göre avukatlar ba­kımından ise böyle bir kısıtlama mevcut değildir.

4. Pay sahibi olmaları Anonim ortaklığın yönetim kurulunun kural olarak paydaşlar arasın­dan seçilmesi asıldır. Yöneticilerin şirket işlerine ilgisi ve bağlılığını sağla­mak amacıyla getirilmiş olan bu düzenleme başka hukuk sistemlerinde de yer almaktadır. Ancak, bir tek paya sahip olmanın dahi bu şartı gerçekleşti­receği nazara alındığında, hükmün uygulamada bu fonksiyonu gerçekleştir­diği hatta bir değer ifade ettiği dahi söylenemez.[28] TTK’nın 312’nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “İdare meclisi pay sahibi âza ortaklardan teşekkül eder. Ancak pay sahibi olmayan kimse­ler âza seçildikleri takdirde bunlar pay sahibi sıfatını kazan­dıktan sonra işe başlayabilirler.” hükmü karşısında, pay sahibi olmayan kişi­nin yönetim ku­rulu üyesi seçilmesine engel bir durum söz konusu olmadığı, fakat pay sa­hibi oluncaya kadar bu görevi yapamayacağı kabul edilmekte­dir.[29] Buna karşılık, TTK’nın 275’inci maddesi gereğince, kamu tüzel kişilerinin, ano­nim ortaklığın yönetim kurullarında görevli temsilcile­rinin pay sahibi sıfa­tını taşıma yükümlülüğü yoktur. 7.8.1996 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Genel Kurul Toplantıları ile Hükûmet Komiser Yönetmeliğinin 15/b maddesi, yö­netim kuruluna seçilen üyelerin, seçim kararının tesciline kadar pay sahibi sıfatını kazanması şartını getirmiştir. Bu düzenlemenin yukarıda anılan ka­nun hükmüne aykırılık teşkil edeceği açıktır.[30] 5. Tescil ve ilân Anonim ortaklığın yönetim kurulu üyeliğinin kazanılması ve kaybe­dilmesinin ticaret siciline tescil ve ilân edilmesi gereklidir (TTK md. 300/b.8). Tescil ve ilânın kurucu nitelik taşımamasına karşılık, bu durumdan haberdar olmayan üçüncü kişilere karşı ancak tescil ve ilân edilmiş olması durumunda ileri sürülebilmektedir.[31]

E. Yönetim kurulu üyeleri ile şirket arasındaki ilişki

Gerek İsviçre Borçlar Kanunu, gerekse Türk Ticaret Kanununda ano­nim şirketler ile yönetim kurulu arasındaki ilişkinin hukukî niteliğini açıkla­yan bir hüküm bulunmamaktadır. Esas itibarıyla yönetim kurulu ile ortaklık tüzel kişiliği arasındaki ilişkilerin kanunlarda bütünüyle düzenlenmesi im­kânı da yoktur. Bu durumda, ortaklık ile yönetim kurulu arasındaki ilişkiye uygulanacak kuralların belirlenmesinde güçlükler ortaya çıkmaktadır.[32] Anonim şirket ile yönetim kurulu üyeliğine seçilen kişiler arasındaki ilişkinin hukukî niteliği konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Şöyle ki: 1. Hizmet akdi olduğu görüşü Hizmet akdi, işçinin belirli veya belirsiz bir zamanda ücret karşılı­ğında, işverene bağımlı olarak hizmet görmeyi taahhüt etmesi olarak tanım­lanabilir (BK md. 313/1). Şirketin yönetim ve temsili kendilerine bırakılmış olan yönetim kurulu üyeleri ile şirket arasındaki ilişkinin belirli işlere ilişkin olmaması ve süreklilik arz etmesi nedeniyle hizmet ilişkisi olduğu ileri sürü­lebilir.[33] Ancak; Kaplan, bankalarda yönetim kurulu üyesi kişilerin aynı zamanda bankada başka üst düzey görev ifa etmeleri diğer bir ifade ile çift görevli olmalarını, birbirinden bağımsız vekâlet ve hizmet akitlerini içeren bir birleşik sözleşme olarak nitelendirilmesi gerektiğini savunmakta, ban­kada münhasıran idare meclisi üyeliği görevini üstlenen kişilerle banka ara­sındaki hukukî ilişkinin ise “vekalet akdi” niteliğinde olduğunda tereddüt etmemek gerektiğini ifade etmektedir.[34] Özellikle iş hukukunda yönetim kurulu üyelerinin işçi değil işveren olarak kabul edilmesi, bu kişilere ödenecek ücretin sözleşmenin esaslı un­suru gözükmemesi bu görüşe yöneltilen en önemli eleştirilerdir.[35] 2. Vekâlet akdi olduğu görüşü Yönetim kurulu üyeleri ile şirket arasındaki ilişkinin Borçlar Kanunu­nun 386’ncı maddesinde “…vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya tekabül eylediği hizmetin ifasını iltizam eder.” şeklinde ta­nımı yapılan vekâlet ilişkisine benzediği söylenebilir. Öte yandan aynı mad­denin ikinci fıkrasındaki diğer akitler hakkındaki kanunî hükümlere tâbi olmayan işlere de vekâlet hükümlerinin uygulanacağı yönündeki hüküm nedeniyle yönetim kurulu ile şirket arasındaki ilişkiye Borçlar Kanununun vekâlete ilişkin hükümlerinin uygulanması gerektiği savunulmaktadır.[36] Yönetim kurulu ile anonim şirket arasındaki hukukî ilişkinin niteliği­nin belirlenmesinde büyük güçlükler bulunmaktadır. Yönetim kurulu üye­liği, hem anonim şirket hem de üyeler açısından birçok yetki ve görevi bera­berinde getirmesi nedeniyle esas olarak iki taraflı bir hukukî ilişki özelliği gösterse de mevzuatımızda yer alan sözleşme tiplerinden hiç birine tam ola­rak uymamaktadır. Yönetim kurulu üyeliği, hem borçlar hukukuna hem de şirketler hukukuna tâbi ilişkilerden çeşitli özellikler gösterdiği için vekâlet benzeri bir sözleşme ya da sui generis bir sözleşme olarak nitelendirilmekte­dir.[37] İsviçre doktrininde, anonim ortaklık ile yönetim kurulu arasında var olan sözleşmenin devamlılık unsuru nazara alındığında hizmet sözleşmesine benzemekle birlikte, ücret unsurunun zorunlu olmaması sebebiyle hizmet akdi olarak nitelendirilemeyeceği savunulmaktadır.[38] Bu konu Alman doktrininde, anonim şirket ile yönetim kurulu ara­sında yapılmış bulunan sözleşmenin şartlarının yorumlanması yoluyla daha pratik bir şekilde çözümlenmiştir. Bu durumda, sözleşmede yer alan ücret unsuruna büyük önem verilmekte olup, şayet ücret akdin bir unsuru olarak kararlaştırılmışsa bu ilişki hizmet akdi olarak nitelendirilmekte, aksi du­rumda ise diğer tali şartlar da değerlendirilmek suretiyle vekâlet sözleşmesi­nin varlığı kabul edilmektedir.[39] Türk hukukunda da İsviçre doktrininde benimsenmiş olan görüşün ço­ğunlukla kabul gördüğü söylenebilir. Ancak bu ilişkinin doğrudan vekâlet ilişkisi olarak nitelendirilmesinin doğru olmadığı da gerçektir. Doktrinde Çamoğlu ve Arslan’ın da savunduğu gibi, ortaklık ile yönetim kurulu arasın­daki akdin niteliğinin öncelikle sözleşmeye göre tespit edilmesi ye­rinde ola­caktır. Sözleşmede bu ilişkiyi vasıflandırmaya yarayacak ölçüde bir hüküm bulunmadığı taktirde, vekâlet hükümlerinin uygulanması yoluna gidilmeli­dir.[40] Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesinin 24.11.1984 tarihli ve E. 81/475 K.81/5019 sayılı kararında, “Şirket ile yönetim kurulu üyeleri arasındaki ilişki bir vekâlet sözleşmesi ilişkisidir. İsviçre Federal Mahkemesi de, yöne­tim kurulu üyesi ile şirket arasındaki ilişkiyi vekâlet olarak nitelemiştir (BGE 1979 I, 627). O halde TTK’nın 1’inci maddesi yollamasıyla bu iliş­kiye ica­bında vekâlet hükümlerinin de uygulanmasını gerektirir.” denilmek suretiyle bu husus açıkça ifade edilmiştir. Ortaklık ile yönetim kurulu arasındaki ilişkinin hukukî yönüne dair tartışmalara karşılık, anonim şirket yönetim kurulu üyeliği bir sözleşme iliş­kisi olarak değerlendirilmekte ve hukukî boşluk halinde bu ilişkiye vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlerin uygulanması konusunda birlik bulunmakta­dır. Bu nedenle yönetim kurulu üyeleri ile anonim şirket arasındaki ilişkinin hukukî niteliği ile ilgili tartışmaların hukukî değeri kalmamıştır. Gerekçesi tartışılabilir olsa da bu sözleşme ilişkisinin doğumunun, yetkili organ tara­fından yönetim kurulu üyeliğine seçilme ve üye tarafından bu görevin kabul edilmesiyle gerçekleştiği kabul edilmektedir.[41] F. Yönetim kurulunun oluşumu Kural olarak yönetim kurulu üyelerinin seçimi genel kurula ait bir yetkidir. Organların seçimi konusundaki yetki genel kurulun devri caiz ol­mayan yetkilerdendir. Ancak kanun, bazı durumlara ilişkin olarak, hâlin özelliklerini de dikkate almak suretiyle değişik seçim yöntemleri öngör­müştür. Ortaklık yönetim kurulunun seçim ve tayini üç şekilde olur: 1. Esas sözleşmeyle tayin Anonim ortaklığın ilk yönetim kurulu üyelerinin esas sözleşmeyle ta­yin edilmesi mümkündür (TTK md. 292). Hatta anî kuruluşta, yönetim ku­rulu üyelerinin esas sözleşmeyle tayin edilmiş olması zorunludur (TTK md. 289/4 ve 5). Tedrici kuruluşta esas sözleşmeyle atama mümkün olmakla birlikte zorunlu değildir. 2. Kuruluş genel kurulunca seçim Tedrici kuruluş ile ilgili yukarıda ifade edildiği üzere, esas sözleş­meyle yönetim kurulu üyelerinin belirlenmesi mümkündür. Fakat kuruluşta yönetim kurulu üyeleri, iştirak taahhütnamesinde gösterilmemişse, taahhütlü pay sahipleri arasından kuruluş genel kurulunca seçilirler (TTK md. 292/1). 3. Genel kurul tarafından seçim Bilindiği üzere, yönetim kurulu üyelerinin seçim yetkisi genel kurula aittir (TTK md. 312/1). Hatta organların ve bu arada yönetim kurulunun seçim yetkisi genel kurulun münhasır yetkilerinden olup, devri mümkün değildir. TTK’daki farklı pay grupları ya da azınlıktaki pay sahiplerinin yö­netim kurulunda temsilini sağlayan bir hüküm bulunmamak­tadır. Uygulamada, ortaklıktaki pay sahiplerinin yönetim kurulunda temsili ve seçimi konuları esas sözleşmeye konulan hükümlerle düzenlenmektedir. Bu kapsamda olmak üzere, genellikle paylar birden fazla gruplara ayrıl­makla her bir grubun içinden kaç kişinin yönetim kurulu üyeliğine seçilebi­leceği belirlenmektedir. Dolayısıyla esas sözleşmeyle bir pay grubuna yöne­tim kuruluna üye gönderme konusunda imtiyaz tanınmışsa, bu pay grubunun esas sermayeye oranla pay sayısının fazlasına sahip olması şartı aranmaz.[42] 4. Yönetim kurulunca seçimi Yönetim kurulunca üye seçimi istisnai bir durum olup, TTK’nın 315’inci maddesinin birinci fıkrasında sayılan, istifa, ölüm, temyiz gü­cünü kaybetme, fiil ehliyetini yitirme gibi nedenlerle yönetim kurulu üyeli­ğinin boşalması halinde, kurul yasal şartlara sahip bir kimseyi geçici olarak yöne­tim kuruluna üye seçer ve ilk toplanacak genel kurulun onayına sunar. Bu şekilde yönetim kurulu üyeliğine getirilen kimse ilk genel kurul toplantı­sına kadar yönetim kurulu üyeliği görevini yürütür (TTK md. 315/1). TTK’nın 315’inci maddesinin yukarıda anılan hükmüyle yö­netim ku­ruluna tanınan imkân emredici nitelikte olmadığından ana sözleş­meye ko­nulacak hükümle bu yetki tamamıyla alınabilir.[43] Yönetim kurulu üyesini seçme yetkisi genel kurulun münhasır yetkileri arasında yer aldığın­dan, yö­netim kurulunun TTK md. 315/1 uyarınca seçilen üyenin mutlaka genel ku­rulunun onayına sunulması zorunludur.[44] Yönetim kurulu tarafından seçilmiş olan üye de tıpkı diğer üyeler gibi hak ve yetkilere sahiptir. Genel kurul bu kişinin üyeliğini reddederse bu ret kararı hukuk güvenliği bakımından sadece ileriye doğru hüküm doğurur, yani üyenin yaptığı işlemler ve kullandığı oylar geçerlidir.[45] TTK’nın yukarıda anılan 315’inci maddesinde her ne kadar “bir” üye­nin boşalmasından söz edilmiş ise de, birden fazla üyeliğin boşal­ması duru­munda da yönetim kurulunun boşalan üyelikler için seçim yapması müm­kündür. Ancak bu durumda boş olan üyeliklere seçim yapabilmek için yö­netim kurulunun toplanarak karar alması gerekmektedir. Doktrin ve uy­gu­lamada karşılaşılan önemli bir sorun, bu takdirde toplantı ve karar nisabı­nın ne olacağı konusudur. Bilindiği üzere, anonim ortaklıklarda şirket yönetim kurulunun top­lantı veya karar yeter sayısı sağlamaksızın aldıkları kararlar hukuken, yok hükmündedir. Bu kararlar hiçbir şekilde hüküm doğurmaz. Bu durumdan yola çıkarak doktrinde çoğunlukla, yönetim kurulu kurul organ olarak topla­nıp karar alma yeteneğine sahip olduğu müddetçe boşalan üyeliklerin yerine seçim yapabileceği, toplantı nisabını kaybettikten sonra artık toplanarak TTK’nın 315’inci maddesine dayanarak yeni üye seçemeyeceği kabul edil­mektedir.[46] Buna karşılık Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesince, yönetim kurulu üyelik­lerindeki boşalmalar nedeniyle yapılacak üye seçiminde toplantı yeter sayı­sının sağlanamadığı durumda, karar yeter sayısı sağlanmışsa alınan kara­rın geçerli olduğu kabul edilmektedir. Nitekim Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesinin 8/2/1990 tarih ve E: 5478, K: 708 sayılı kararında; “TTK 315/1 hükmü, anonim şirketi idare ve temsil etmek gibi çok önemli bir işlevi olan yönetim kurulunun bazı üyelerinin ölmesi veya mad­denin ikinci fıkrasında öngörülen sebeplerden biriyle görevlerinin sona er­mesi halinde şirketin toplanacak ilk genel kurula kadar organsız kalmama­sını sağlamaya yönelik özel ve ayrık bir hüküm olduğu cihetle bu amaca uy­gun yorumlanmalıdır. Yönetim kurulunun TTK md. 315/1 maddesindeki geçici üye atama yetkisini kullanabilmek için mutlaka toplantı yeter sayısını haiz olması gerektiği yönünde lafzî ve dar yorum açılan üyelik nedeniyle geri kalan üyelerle toplantı nisabının oluşmadığı hallerde anılan yasa hük­münün uygulama imkanını ortadan kaldıracaktır. Özellikle, ana sözleşmede aksine hüküm bulunmadıkça yönetim kurulunun TTK’nın 312/1 maddesi gereği üç kişiden oluşmasının olağan hâli teşkil ettiği nazarı itibara alındı­ğında bir üyeliği açılan böyle bir yönetim kurulunun diğer iki üyesinin açı­lan üyeliğe geçici atama yapamamasının TTK’nın 315/1 maddesi hükmü­nün uygulama alanının kanun koyucunun amacına aykırı biçimde daralta­cağı kuşkusuzdur. Diğer bir anlatımla, yasa koyucu üç kişilik yönetim ku­rulunun varlığını da göz önüne alarak bu hükmü getirmiştir.” [47] denilmek suretiyle bu husus açıkça ifade edilmiştir.

Yönetim kurulunun, kurul organ olarak toplanıp karar alma yetene­ğine sahip olduğu sürece, boşalan üyelikler yerine yeni üyeler atayabileceği, TTK’nın 330’uncu maddesi gereğince anonim ortaklığın irade beyanının geçerli ola­rak oluşabilmesi için hem toplantı hem de karar yeter sayısına uyulması ge­rektiğinden bahisle Yargıtayın kararı doktrinde eleştirilere konu edilmekte­dir.

Nitekim doktrinde Kırca, Yargıtay kararının yönetim kurulundaki âni, beklenmedik toplantı yeter sayısı sorunuyla karşılaşan ortaklığın ilk genel kurula kadar organsız kalmasına engel olmak gayesine matuf bulun­duğunu, özellikle genel kurulca esas sözleşmede gösterilmiş olan sayıda yönetim kurulu üyesi seçilmeyerek ya da üyeliklerdeki boşalmalara rağmen karar sayısının korunması nedeniyle seçim yapılmayarak ilâve boşalmalar üzerine toplantı ya da karar nisabının sağlanamaması durumunda, bu gibi durumla­rın beklenmedik, anî olaylar olarak nitelendirilmesi söz konusu ol­mayaca­ğından anılan içtihada dayanarak üye seçimi yapılmasının mümkün olmaya­cağı görüşündedir.[48] Çamoğlu, toplantı nisabı olmadan karar yeter sayısından söz etme­nin mümkün olmadığını, yönetim kurulunun kurul-organ olarak çalıştığını, top­lantı yeter sayısının yarıdan bir fazla olması itibarıyla, karar yeter sayısı olmadan toplantı nisabının sağlanamayacağından bu nevi kararların alınma­sının mümkün olmayacağı, bu bağlamda dokuz kişilik yönetim kurulunda en çok dört, yedi kişilik yönetim kurulunda ise en çok üç üyeliğin kalan üye­lerce dolduru­labileceğini savunmaktadır.[49] Pulaşlı ise anılan hükmün, Yargıtay kararında da ifade edildiği üzere, anonim ortaklıkta ortaklığı temsil ve idare açısından çok önemli fonk­siyonu olan yönetim kurulu üyelerinin görevlerinin sona ermesi nedeniyle şirketin toplanacak ilk genel kurula kadar organsız kalmamasını temin ama­cıyla ko­nulmuş özel ve ayrık bir hüküm olduğu cihetle amaca uygun yo­rumlanması­nın gerektiğini, bu nedenle TTK’nın 315’inci maddesinin birinci fıkrasın­daki yetkiye daya­narak yöne­tim kuruluna üye seçimi için mutlaka toplantı yeter sayısının sağlanmasının gerektiği şeklindeki lafzî ve dar yorumun, kanunun anılan hükmünü uygu­lama imkânını ortadan kaldıracağını ve kanun koyucunun amacına da aykırı olacağını belirterek üç kişiden oluşan Yönetim Kurulunda bir üyeliğin boşal­ması halinde kalan iki üyenin toplanarak geçici üye seçebile­ceğinin kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.[50] Kanaatimizce de, yönetim kurulunun TTK’nın 315/1 maddesindeki geçici üye atama yetkisini kullanabilmek için mutlaka toplantı yeter sayısını haiz olması gerektiği yönünde lafzî ve dar yorum açılan üyelik nedeniyle geri kalan üyelerle toplantı nisabının oluşmadığı hallerde anılan yasa hük­münün uygulama imkânını ortadan kaldıracaktır. Bu nedenle Yargıtayın görüşünün yasa koyucunun amacına uygun olduğunu düşünmekteyiz.

Öte yandan boşalan üyelikler nedeniyle yeter sayısı bulunamıyorsa, örneğin üç üyeden ikisi ya da beş üyeden üçünün yerleri boşalmışsa, bu du­rumda, denetçilerin derhal genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırması ve eksik üyelerin tamamlanmasının sağlanması veya mahkemeye müracaat ederek yönetim kurulu görevinin kayyıma bırakılmasını istemesi gerekmek­tedir.

Yönetim kurulunun bu yolla üye seçmesinin önüne geçilmesi ama­cıyla Kooperatifler Kanununda md. 55/2 olduğu gibi esas sözleşmede hü­küm bulunması halinde genel kurul tarafından yönetim kuruluna yedek üye seçilmesi usulü de benimsenebilir.[51] 5. Kamu tüzel kişilerinin üye seçimi TTK’nın 275’nci maddesi gereğince, konusu kamu hizmeti olan ano­nim ortaklıkların sözleşmelerinde bu yönde hüküm bulun­maktaysa, ilgili kamu tüzel kişileri yönetim kuruluna temsilci gönderebilir­ler. TTK’nın 275’inci maddesi uyarınca kamu tüzel kişileri tara­fından atanan üyeler, diğer yönetim kurulu üyeleri ile aynı haklara sahip ve aynı yükümlülüklere tâbi­dirler.[52]

G. Yönetim kurulu üyeliği sıfatının kaybedilmesi

Organ sıfatının kaybedilmesi geniş anlam taşımaktadır. Bilhassa yö­netim kurulu ve denetçilerin seçilememesi, açılan üyeliklere atama yapıla­maması ya da kasıtlı olarak atama yapılmamak suretiyle organın oluşumu­nun engellenmesi sıklıkla karşılaşılan ve şirketin feshine kadar varabilen TTK’nın 435’inci maddesinin uygulanmasında dikkate alınması gereken du­rumlardır. Ortaklık organlarından yönetim kurulunun eksikliğini sonuçlandı­ran nedenler çeşitli olabilir. Şöyle ki; 1. Kendiliğinden sona erme Anonim ortaklık yönetim kurulu üyesinin bu sıfatı; iflas etmesi, kısıt­lanması, TTK’nın 315’inci maddesinde sayılan yüz kızartıcı suçlardan birini işlemesi ya da ağır hapis cezasına mahkûm olması veya üyelik için gerekli yasal nitelikleri kaybetmesi durumunda kendiliğinden sona erer. TTK’nın 315’inci maddesi kapsamındaki bir suçtan dolayı üyeliğin sona ermesi bu suça ilişkin mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesi şartına bağlı olmakla bir­likte şüphesiz bu durumda genel kurulun ilgili üye hakkındaki kararın ke­sinleşmesini beklemeden görevden uzaklaştırma imkânı mevcut­tur.[53] Diğer taraftan ortaklık yönetim kurulu üyelerinin süreli olarak seçil­mesi durumunda bu sürenin dolması da üyelik sıfatını sona erdirir. Görev süresinin belli bir tarihte (örneğin “1/1/2005 tarihine kadar görev yapmak üzere seçilmiştir” ifadesine yer verilmiş ise) sona ereceği kararlaştırılabile­ceği gibi uygulamada çoğunlukla karşılaşıldığı üzere bir yıllığına ya da iki yıllığına seçildikleri ifadelerine yer verilmektedir. Görev süresinin sonunun tarih olarak saptanmadığı bu gibi durumlarda bir yıl, iki yıl gibi ifadeler “fa­aliyet dönemi” olarak değerlendirilmelidir. Bu durumda üyelerin görev sü­relerinin başlangıcının, üye seçimine ilişkin hüküm sözleşmede belirlen­mişse tescil ve ilân tarihinden, genel kurulca alınmış bir karara dayanıyorsa karar tarihinden başladığının kabul edilmesi uygun olur. Ayrıca üye seçil­mesine ve atanmasına ilişkin kararlarda herhangi bir süre belirtilmemişse bu du­rumda üyelerin görev süresi bir yıl olarak kabul edilmelidir.[54] 2. İstifa Her şeyden önce yönetim kurulu üyeliği zorunlu bir görev değildir. Yönetim kurulu üyelerinin görev süresi dolmadan önce kişisel durumu, di­ğer yönetim kurulu üyeleri ile aralarındaki uyumsuzluk ya da başka bir ne­denle her zaman istifa ederek bu görevden ayrılmaları mümkündür. Hatta esas sözleşmeye konulacak bir hükümle üyelerin istifası engellenemez.[55] Yönetim kurulu üyesinin istifası, bu sıfatını sona erdirir. İstifa tek yanlı bozucu yenilik doğuran bir hakkın kullanılması olup hukukî sonuç doğurması bir şekil şartına bağlanmamıştır. İç ilişkide sonuçlarını şirkete ulaşmakla doğurur; dış ilişkide ise TTK’nın 39’uncu maddesi uyarınca iyiniyetli üçüncü kişiler açısından istifanın etkisi tescil ve ilân olunmasına bağlıdır.[56] Diğer taraftan yukarıda da ifade edildiği üzere, yönetim kurulu üyeliği esas olarak vekâlet sayıldığından Borçlar Kanununun 396’ncı maddesi gere­ğince uygun olmayan bir zamanda istifa eden yönetim kurulu üyesi ortaklı­ğın bu yüzden uğradığı zararı tazmin etmek zorundadır. 3. Azil Türk Ticaret Kanununda yönetim kurulu üyesinin istifa etme hakkına karşılık, ortaklığın da yönetim kurulunu azletme yetkisi tanınmıştır. Ka­nunda yönetim kurulu üyelerinin hangi durumlarda azledilebilecekleri belir­tilmediğinden genel kurul hiçbir sebep göstermeksizin yönetim kurulunu azledebilir. Zira bu şekilde ortaklık için yararlı olmayacakları kanaatine va­rılan yönetim kurulu üyelerinin yerine daha iyilerinin seçilebilmesi ya da mevcut üyelerden daha yetenekli ve ortaklık için faydalı olabilecek kişilerin görevlendirilmesi imkânı sağlanmış olmaktadır. Ortaklık genel kurulunun yönetim kurulu üyelerinin azli konusunda gerekçe göstermek mükellefiyetleri bulunmadığı gibi, zamansız ve sebepsiz olarak azledilen pay sahibi yönetim kurulu üyelerinin maddi tazminat isteme hakkı da bulunmamaktadır.[57] Yönetim kurulu üyeleri genel kurul tarafından azledilirse, üyelik sı­fatları sona erer. Çünkü yönetim kurulu üyeliği güvene dayanan bir ilişkidir. Bu nedenle yönetim kurulu üyeleri genel kurul tarafından her zaman azledi­lebilirler. Ortaklık açısından gündemde yer alan konuların önemi ve bir takım oldu bittilerle karşılaşılmaması amacıyla genel kurul toplantılarında gün­deme bağlılık ilkesi benimsenmiştir. Genel kurul toplantısında gündeme bağlılık ilkesinin geçerli olması nedeniyle, yönetim kurulu üyeleri için de en azından bir hukukî güvence teşkil edecek şekilde üyelerin azline imkân tanı­yan bir madde gündemde olmadığı sürece, üyelerin azlinin genel kurulda görüşüle­meyeceği kabul edilmektedir.[58] Ancak gündemde yer alan madde­leri bu ba­kımdan geniş yorumlamak yerinde olur. Örneğin yapılan işlemlerin denet­lenmesine ya da kâr ve zararın görüşülmesi, gereğinde ilgili yönetim kurulu üyesinin azlini de içerdiği şeklinde yorumlanmalıdır.[59] Gündemde madde olmadan yönetim kurulunun azledilerek yerlerine seçim yapılması konusunda Yargıtayın farklı kararları bulunmaktadır. Yargıtay Ticaret Dairesinin 29.2.1964 tarihli E.5577, K.687 sayılı ka­rarında, “Gündemde bulunmaksızın emrivaki ile seçim yapılmasının TTK’nın 369’uncu maddesinin son fıkrasındaki kanunun amir hükmüne aykırı olduğu” yolundaki kararı mahkemenin direnmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda oy çokluğu ile Yargıtay Ticaret Dairesinin görüşü benimsenmiş­tir. Yargıtay anılan kararın sakıncaları olduğu için daha sonra bu içtiha­dından dönmüş 1979 tarihli kararında yönetim kurulu üyelerinin hepsinin azli halinde şirketi organsız bırakmamak düşüncesi ile gündemde olmasa bile seçimin yapılabileceği yolunda karar vermiştir.[60] Ancak bu kararı eleştiren Türk, anonim ortaklık genel kurulunun ira­desini ancak belirli usuller ve kurallar çerçevesinde alınan kararlarla açıkla­yan organ olduğunu ifade ettikten sonra, gündeme bağlılık ilkesinin anonim ortaklıklarda bir istikrar ve organlar arasında denge unsuru olduğuna değine­rek, Yargıtayın şirketi organsız bırakmama düşüncesi ile aldığı kararın sa­kıncalar doğurabileceği görüşündedir.[61] Öte yandan, genel kurulun bütün ortakların hazır bulunması ile top­lanması ve ortaklar tarafından bir itiraz ileri sürülmeksizin yönetim kurulu­nun azli görüşülerek bu yönde karar verilmesi durumunda yukarıda anılan sakıncalar ortadan kalkmakta ve sürpriz kararlar söz konusu olmamaktadır.[62] 4. İflas Yönetim kurulu üyeliği sıfatının kaybedilmesi konusunda üzerinde durulması gereken önemli bir husus da anonim ortaklığın iflasına ilişkin kararın yönetim kurulu üyelik sıfatını sona erdirip erdirmeyeceğidir. Kural olarak sözleşmelerin, taraflardan birinin iflası ile sona ermemesine karşılık Borçlar Kanununun 397’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Hilafı, mu­kaveleden ve işin mahiyetinden anlaşılmadıkça vekâlet, gerek vekilin, gerek müvekkilin iflası ile nihayet bulur.” hükmü tür sözleşmeler bakımın­dan farklı bir ilke ortaya koymaktadır. Ancak bu hüküm karşısında dahi ifla­sın anonim ortaklığın yönetim kurulu sıfatını sona erdirmeyeceğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Zira Kanunda “aksi, işin niteliğinden anlaşılma­dıkça” şeklinde bir hüküm benimsenmek suretiyle işin mahiyetinin zorunlu kıldığı haller bakımından ana kurala istisna benimsendiği anlaşılmaktadır. İflas kararının verilmesiyle derhal yönetim kurulu üyeliği sıfatının sona ere­ceğinin kabul edilmesi işin mahiyetiyle bağdaşır bir sonuç değildir.[63] Vekâlet sözleşmesinin sona ermesi, müvekkilin menfaatlerini tehli­keye sokuyor ise vekil vekâlet görevini sürdürmekle yükümlüdür (BK md. 396/2). İflasın açılmasıyla yönetim kurulunun yetkileri, iflas masasını oluş­turan malvarlığı ile ilgili işlemler yönünden kısıtlanmaktadır. Ancak, masayı ilgilendirmeyen işlemler ve özellikle de şirketin yönetimine dair işlerin gö­rülmesi için yönetim kuruluna ihtiyaç bulunmaktadır. Bu aşamada müflise düşen bir kısım işlemlerin sağlıklı şekilde yürütülüp sonuçlandırılması, ano­nim şirketi temsile yetkili organın varlığını zorunlu kılar.[64] Öte yandan, üyelik sıfatları hizmet sözleşmesine dayanan yönetim ku­rulu üyelerinin görevleri de, iflasın açılması ile son bulmaz. Çünkü hizmet sözleşmesi, işverenin iflası ile son bulan akitlerden değildir. Ayrıca anonim ortaklıkların yönetim kurulu üyelik sıfatının kendiliğinden sona ermesini düzenleyen TTK’nın 315’inci maddesinin özel hüküm olarak değerlendiril­mesi durumunda da yönetim kurulu üyelerinin görevlerinin iflas kararı ile kendiliğinden sona ermeyeceği sonucuna varılmalıdır.[65] II. Yönetim kurulunun organ sıfatının kaybedilmesinin sonuçları

A. Genel olarak

Bilindiği gibi, anonim ortaklığı gerek iç ilişkide ortaklara karşı, ge­rekse dış ilişkide üçüncü şahıslara karşı yönetim kurulu temsil eder. Anonim şirket ortakları açısından temsil bir hak ya da borç olmamasına rağmen, yö­netim kurulu üyesi için hem bir hak hem de bir borçtur. Anonim ortaklığın medenî haklardan yararlanabildiği sürece, dış ilişkide hukukî ilişkilere gire­bilmesi yönetim kurulunun temsil fonksiyonunu ifa etmesiyle mümkün ola­bilir. TTK’da, yönetim kurulu üyelerinin temsil görevini kurul olarak yerine getirmeleri ilkesi benimsenmemiş, esas sözleşmede ak­sine bir hüküm yer almadığı sürece, yönetim kurulunun iki üyesinin imzası­nın ortaklığı ilzam edeceği ifade edilmiştir.[66] Tüzel kişilerin medenî hakları kullanma yetkisi, kanun ve statülerine göre zorunlu organlara sahip olmalarıyla mümkün hale gelir. Anonim şirket yönetim kurulunun organ niteliğini kaybetmesi, tüzel kişiliğin fiil ehliyetini kaybetmesi sonucunu doğurur. Anonim ortaklıklar bakımından zorunlu organ olan yönetim kurulu­nun bu sıfatının kaybedilmesi şirket ve üçüncü kişiler yönünden çeşitli hu­kukî sorunları da beraberinde getirmektedir. Yönetim kurulu üyelerinin top­tan istifa etmeleri, bir kazada hepsinin birden ölmesi, genel kurul tarafından azledilmeleri ya da esas sözleşme ya da kanunda gösterilen asgarî sayının altına düşülmesi gibi durumlar anonim ortaklığın organsız kalması sonucunu doğurur. Diğer taraftan yönetim kurulu üyeliğini sona erdiren; iflas, hacir altına alınma, yüz kızartıcı suçtan mahkûmiyet gibi durumlarda anonim or­taklık görünürde bir yönetim organına sahip gibi ise de, hukuken yönetim organının bulunmadığı kabul edilebilir.[67] Anonim ortaklığın yönetim organını kaybettiğinde faaliyetlerine de­vam etmesi mümkün değildir. Şayet bu durumda hak süjesi olarak kalan ortaklığın faaliyetlerine devam etmesi amaçlanıyorsa, tıpkı fiil ehliyetini kaybetmiş gerçek kişiler gibi korunması zarureti vardır.[68] Ortaklık yönetim kurulunun organ sıfatını kaybetmesinin sonuçları­nın geçici ya da daimi olması bakımından ayrı ayrı incelenmesinde yarar bu­lunmaktadır. Şöyle ki; B. Yönetim kurulunun organ sıfatını geçici olarak kaybetmesi Yukarıda ifade edildiği üzere, ortaklık yönetim kurulunun organ sıfa­tını kaybetmesi, şirketin fiil ehliyetinin kaybolması sonucunu doğurur. Bu durumda olan şirket, faaliyetlerine devam etme gayesinde ise ortaklığın ko­runması bakımından çeşitli tedbirler alınabilir. Bunlardan bir kısmı ortak­lık yönetim organının kaybedilmesinden önce alınacak tedbirlerdir. Diğer bir kısmı ise fiilen ya da hukuken ortada yönetim organının bulunmadığı aşa­mada başvurulabilecek olan yöntemlerdir. Bunları ayrıntılı olarak inceleye­lim: 1. Geçici yönetim kurulu tayini Anonim ortaklık yönetim kurulunun organ sıfatı sona erdiğinde, genel kurul yeni yönetim kurulunu oluşturmamışsa, kısa ya da uzun süreliğine eski yönetim kuruluna ya da ortaklardan oluşturduğu kurula geçici yetki verebi­lir. Özellikle azamî görev süresini tamamlamış olan yönetim kurulu üye­leri yerine genel kuruldaki görüş ayrılıkları nedeniyle yeni üyeler seçileme­mişse genel kurulun ortaklığın organsız kalmasının önüne geçmek amacıyla bir süre daha eski yönetim kuruluna yetki vermesi yoluna gidilebilir ya da geçici yönetim kurulu teşekkül ettirilebilir. Genel kurul, geçici yönetim kurulunun görevini bazı işlerle ya da ge­nel kurulu toplantıya davet etmeye inhisar ettirebilir. Geçici yönetim kurulu, genel kurulun toplanmasına kadar geçen sürede veya çeşitli nedenlerle genel kurulun toplanmasının geciktiğinde bu zaman içinde ortaklığı idare ve temsil konusunda yetkilidir. 2. Yedek yönetim kurulunun seçimi Yedek yönetim kurulu üyesi, yönetim kurulu üyeliklerinde herhangi bir nedenle meydana gelebilecek olan boşalmalarda, bu üyenin yerini dol­durmak amacıyla önceden seçilmiş üyedir.[69] Anonim ortaklıklarda yedek yönetim kurulu üyesi seçilip seçilemeye­ceğine dair TTK’da açık bir düzenleme yer almamaktadır.[70] Ancak dokt­rinde Kooperatifler Kanununun 55/2’nci maddesinde de yer aldığı üzere anonim ortaklıkların da yedek yönetim kurulu üyesi seçebilecekleri kabul edilmek­tedir.[71] Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesinin de “yönetim kurulu üç üyeden ibaret olup, yedek üyeler de seçilmemiştir. Bu yönetim kurulunun iki üyesi­nin is­tifa ettiğine göre tek kişi görev yapamaz.”[72] yönündeki içtiha­dıyla, zımnen de olsa ortaklığa yedek üye seçilebileceğini onayladığı anla­şılmak­tadır. Tüzel kişiliğin fiil ehliyetinin güvence altına alınabilmesi bakımından yedek üye seçiminin oldukça yararlı olduğu açıktır. Şirket yönetim kuru­lunda herhangi bir nedenle meydana gelebilecek olan açılmalar sonucunda şirket işlerinin aksamasının önüne geçilmiş olur. Ayrıca, kanun koyucunun zaruri bazı durumlarda yönetim kuruluna dahi yeni üye seçme imkânını ta­nıdığı (TTK md. 315/2) nazara alındığında genel kurulun yedek üye seçimi­nin kanun koyucunun da iradesine uygun olduğu öncelikle savunulabilir. Bu yetki, önceden ya da yönetim kurulunda ortaya çıkan açılmalar üzerine de kullanılabilmelidir.[73] Doktrinde genel kurulun yedek üye seçebilmesi için esas sözleşmede bu konuda bir düzenlemenin bulunmasının zorunlu olduğunu savunan ya­zarlar bulunmakla birlikte TTK’nın 315’inci maddesinin amacı dikkate alın­dı­ğında esas sözleşmede bu konuda hüküm bulunmasa dahi genel kurulun geçici üye seçiminde yetkili olduğu çoğunlukla benimsenmektedir.[74] 3. Mahkemece yönetim kurulu üyesi seçilmesi Türk hukukunda mahkemelerin ortaklık organının, yönetim faaliyetini yapabilmesi bakımından gerekli sayıdaki üyesi kalmadığı zarurî haller ba­kımından üye atayabilmesi düzenlenmemiştir. Buna karşılık Alman huku­kunda (BGB m. 296) ve Fransız hukukunda bu gibi istisnaî durumlarda yö­netim kurulunun gerekli sayıda üye atayabilecekleri düzenlenmiştir. Fran­sız hukukunda yönetim kurulu üyelerinin toplu istifası, genel kurulda yöne­tim kurulu üyelik seçiminin oyların eşitliği gibi nedenlerle gerçekleştirile­mezse mahkeme, ortaklıkça gösterilen adaylardan geçici yönetim kurulu üyeleri seçebilir.[75] Mahkeme tarafından oluşturulan bu organın en önemli görevi genel kurulu toplantıya çağırmak olmakla birlikte, şirket işlerini idare ve temsil edecek yeni yönetim kurulunun seçimine kadar şirketi idare ve temsil et­mekle yükümlüdürler. Yetkili organ tarafından yeni üyelerin seçimiyle de görevleri kendiliğinden sona erer.[76] 4. Kayyum tayini Bilindiği üzere anonim ortaklıklarda tüzel kişiliğin varlığını devam ettirmesi; pay sahipleri, şirket çalışanları, alacaklılar ve Devlet başta olmak üzere birçok kişi bakımından büyük önem taşır. Kayyum, bir kişinin belirli bir veya birkaç işini görmek ya da idaresiz kalan mallarını yönetmek için gerekli tedbirleri almak üzere mahkemece tayin edilir (TMK md. 427/4). Türk Medenî Kanununda tüzel kişilerin organlarının eksik olması ve başka şe­kilde yönetimi temin edilemediğinde mahkemelerce kayyım tayini yoluna gidileceği düzenlenmiştir. Tüzel kişilerde kayyım tayininin nedeni, tüzel kişinin malvarlığıyla ilgili ilişkilerinin devamlılığının sağlanmasıdır. Türk Medenî Kanununun ifade tarzından yalnızca medeni hukuk tüzel kişilerini kapsıyor gibi bir anlam çıkmasına ve ticaret şirketlerine uygulana­cak hükümleri gösteren TTK’nın 138’inci maddesinde de açık bir hüküm bulun­mamasına karşılık, TMK’nın 427/4 hükmü, TTK’nın 1’inci maddesine göre ticaret hukuku tüzel kişilerine de uygulanır. Ortaklar ya da denetim kurulu; ölüm, istifa, azil, görev süresinin dol­ması gibi çeşitli nedenlerle anonim ortaklığın yönetim kurulu üyelerinin asgari sayının altına düşmesi ve organ sıfatının kaybolması üzerine ortaklığa kayyım tayinini talep edebilir. Bu takdirde asliye ticaret mahkemesine ya­pılacak başvuru üzerine, yeni yönetim kurulu oluşturuluncaya kadar bu or­ganın görevlerini yerine getirmek üzere, bir veya birkaç kayyım atayabilir. Kanunda öngörülen yasal organlar bulunmadığından dolayı; ortaklığın idaresi, TMK’nın 427/4’üncü maddesi gereğince atanan kayyıma bırakılmalı ve kay­yım tarafından yalnızca acil ve zorunlu işlemler yapılarak en kısa zamanda genel kurul toplantıya çağrılmalı, bu genel kurul tarafından yöne­tim kurulu atandıktan sonra şirketin idaresi bu organa tevdi edilmelidir.[77] İsviçre Federal Mahkemesi 1968 tarihli bir kararında anonim ortaklığa hangi hallerde kayyım tayini gerektiğini şu şekilde ifade etmiştir. “İsviçre Medenî Kanununun 393/4’üncü maddesine göre vesayet makamı idaresi kimseye ait olmayan mallar için gerekli tedbirleri almaya, özellikle bir te­şekkülün ya da tesisin teşkilatı eksikse ve başka suretle de idaresi temin edilememişse, bir kayyım tayinine mecburdur. Bu hüküm anonim şirkete de uygulanır, fakat bu yola kötü idare halinde ve ancak bazı şartlar altında gidi­lir. Başka bir ifade ile kayyım tayini için, yönetim kurulunun ademi mevcu­diyetine kısa bir süre içinde çare bulunamaması ya da işlerin ehliyetsiz kim­selerin eline geçmek yahut gerekli tedbirleri alamamak tehlikesinin mevcu­diyeti gere­kir.”[78] İsviçre Federal Mahkemesinin bu kararı da nazara alındığından Türk Medeni Kanununun 427/4’üncü maddesinin mehazını oluşturan İsviçre Me­deni Kanununun 393/4’üncü maddesinin uygulaması bakımından organ sı­fatının kay­bedilmesi ve bu eksikliğin uygun bir sürede giderilememesi, şir­kete kayyım tayini için yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda organ sıfatının kay­bında tüzel kişilik, organlar ya da pay sahiplerinin kusurlarının bulunması dahi mahkemeden şirkete kayyım atanmasına engel teşkil et­mez.[79] Yargıtay da bu konudaki çok önemli bir kararında, üç yıllık azami gö­rev süresinin sona ermesinden sonra, yerine yenileri atanmamışsa ortaklığın organsız kaldığının kabul edilmesi gerektiğini, pay sahiplerinin bu durumda TTK’nın 435’inci maddesi gereğince mahkemeden ortaklığın feshini isteye­bilecek­lerini, ancak ortaklık için ağır bir sonucu olan bu yola gitmeye mec­bur olma­dıkları, azınlık tarafından yeni yönetim kurulu üyelerinin seçimi için, TTK’nın 366 ve 367’nci maddelerine göre genel kurulun toplantıya çağrılamayaca­ğını, çünkü yönetim kurulunun görev süresi sona erdiğinden bu hükümlerde ön­görülen prosedürün tamamlanamayacağını, bu halde or­taklık bünyesinde meydana gelen kilitlenmenin aşılması için TMK’nın 426’ncı maddesi gere­ğince or­taklığa bir kayyım tayin edilmesi gerektiğini, genel kurul toplantısı yapılarak organların tekrar oluşturulmasına kadar or­taklık yönetiminin bu atanan kay­yıma tevdi edilmesinin uygun olacağını belirtmiştir.[80] Öte yandan, kayyımın görevi anonim ortaklığın olağanüstü genel ku­rulun çağrısına kadar sınırlandırılmış ise genel kurul toplanarak yönetim kurulunu seçmesiyle, kayyımın görevi sona erer.[81]

C. Yönetim kurulunun organ sıfatını daimi olarak kaybetmesi

Yönetim kurulunun organ niteliğini daimi olarak kaybetmesi üzerine, pay sahipleri veya alacaklılardan herhangi biri yahut Sanayi ve Ticaret Ba­kanlığı, mahkemeden şirketin feshini talep edebilir. TTK’nın 435/1’inci madde­sinin ifade tarzından fesih davası açma yetkisinin, pay sahiplerine, alacaklı­lara ve Bakanlığa tanındığı anlaşılmaktadır.[82] Böyle bir istemi içeren davanın açılması üzerine mahkemece, ortaklı­ğın durumunun düzeltilmesi, eksikliklerin tamamlanması için uygun süre verilmelidir. Bu davanın açılması üzerine hâkim, şirketin korunması ve işle­rinin yürütülmesi için gerekli tedbirleri alır. Genel kurulun yeni yönetim organını seçmesini sağlaması amacıyla davanın sonuçlandırılmasına kadar şirkete bir ya da birkaç kayyım atamalıdır. Bu sürede eksiklikler giderilirse ortaklığın feshine ilişkin dava redde­dilir. Şayet bu süre içinde eksiklikler giderilememişse mahkeme yeni ve uygun bir süre daha tanıyabilir. Aksi halde şirketin yönetim organının daimi olarak kaybedildiği kesinleşmiş olacağından hâkim şirketin feshine karar verir. III. Organ sıfatını kaybeden yönetim kurulunun faaliyetleri

A. Genel olarak

Yönetim kurulunun organ niteliğini kaybetmesinden sonra, bu kişile­rin hukuken geçerli yönetim kurulunu oluşturuyormuşçasına şirket işlerini yürütmeleri, temsil ve idare faaliyetinde bulunmaları durumunda bu işlemle­rin akıbetinin ne olacağı konusu çözümü zor bir sorundur. Bilindiği üzere, yönetim kurulunun yetkisine giren işlerde, yönetim kurulunun yerine başka bir organın karar alması durumunda, bu karar yok hükmündedir.[83] Doktrinde konuya değinen yazarlardan Özkorkut’a göre,[84] azledilmiş veya görev süresi sona ermiş ya da seçimine dair genel kurul ka­rarı yok veya batıl olan yahut TTK’nın 381’inci maddesinin hükmü gere­ğince iptal edilmiş ve buna dair karar kesinleşmiş bulunan yönetim kurulu­nun aldığı kararlar yoklukla malûldür. Morgolu[85] ise yönetim kurulunun genel kurulu toplantıya çağır­mak üzere alacağı kararlar açısından konuyu incelediğinde, azledilmiş, gö­rev süresi sona ermiş, seçimlerine ilişkin karar yok veya batıl olan ya da kesin­leşmiş bir iptal kararıyla hükümsüz hale gelmiş bulunan yönetim ku­rulunun genel kurulu toplantıya davet etmeye yetkili olmadığını ve bu yönde alınmış kararın yoklukla malûl olduğunu ifade etmektedir. Yazara göre, se­çimlerine ilişkin karar yok veya batıl olan veya kesinleşmiş iptal kararı ile hükümsüz kalan yönetim kurulu üyelerinin ticaret siciline tescil edilmiş bu­lunmaları da, ticaret sicilinin hukukî işlemin sakatlığını gideren fonksiyonu bulunma­dığından, bu kişilerin genel kurula davet konusunda yetkili olduk­ları sonu­cunu ortaya çıkarmaz. Çamoğlu,[86] yönetim kurulu üyeleri ile ortaklık arasındaki vekâlet söz­leşmesine ilişkin BK’nın 397’nci maddesinin ikinci fıkrasından hareketle, görev süresi bitmesine karşılık yeni yönetim organı oluşturulmadığı tak­dirde, süresi sona eren yönetim kurulunun ortaklığın varlığını sürdürebilmesi için zorunlu ve acil işleri yapma yükümlülüğünün bulunduğunu belirtmekte­dir.[87] Farklı görüşler karşısında konunun değişik açılardan ayrıntılı olarak incelenmesinde yarar bulunduğu kanaatindeyiz. Şöyle ki; Bu sorunun çözümlenmesi bakımından öncelikle yönetim kurulunun organ sıfatını kaybetmesindeki nedenler ile organ niteliğini kaybetmiş olan yönetim kurulunca yapılan işlemleri “hangi hukukî kalıba yerleştirmek” gerektiğinin dikkate alınması gereklidir.[88] Yukarıda da açıklandığı üzere, anonim ortaklık ile yönetim kurulu üyeleri arasındaki ilişkinin esas sözleşmede özel ve istisnai bir sözleşme olduğu belirtilmediği takdirde bu ilişkiye vekâlet hükümleri uygulanır. Ve­kâlet sözleşmesi açısından, anonim şirket “müvekkil” yönetim kurulu üyesi ise “vekil” durumundadır. Vekâlet ilişkisinde vekâlette vekilin veya müvekkilin kişiliğinin önemli olmadığı hallerde, ticarî işletme ile ilgili olan mutat ticarî işlerde işin niteliğin genellikle vekâletin devamını gerektireceği görüşü doktrinde savu­nulmaktadır.[89] Özellikle vekâlet niteliği taşıyan bankacılık işlemlerinde mü­vekkilin ölümünün vekâleti sona erdirmeyeceği kabul edilmektedir. Ticarî işletme sahibinin ölmesinin ticarî işletme mümessilinin vekâletini sona er­dirmeyeceği Borçlar Kanununun 456/2’nci maddesinde açıkça ifade edil­miştir. Borçlar Kanununun 397/2’nci maddesinde ise vekâleti sona erdiren se­beplerin gerçekleşmesine rağmen vekilin vekâletinin bazı hallerde devam edeceği kabul edilmektedir. Borçlar Kanunun 397/2’nci maddesine göre, vekâ­letinin nihayet bulması müvekkilin menfaatlerini tehlikeye koyuyorsa mü­vekkil bizzat işlerini görebilecek hâle gelinceye kadar vekil vekâleti de­vam ettirmekle yükümlüdür. B. Vekâletin geçici olarak devam etmesinin şartları Borçlar Kanununun 397/2’de düzenlenmiş bulunan geçici iş görme yükümlü­lüğü, sadakat (vefa) borcundan çıkan ve kanuna dayanan bir iş görme bor­cudur. Bu gibi zararların önüne geçilmesi amacıyla benimsenmiş bulunan geçici vekâletin devamı bazı şartların varlığına bağlanmıştır. Şöyle ki: Öncelikle, vekâletin sona ermesi müvekkilin menfaatlerini tehlikeye koymalıdır; başka bir deyimle, vekâletin vakitsiz sona ermesi nedeniyle ge­rekenin yapılmaması, müvekkil veya mirasçılar için bir zarar doğması olası­lığına yol açmalıdır. Müvekkil veya mirasçılar için teknik anlamda bir zo­runluluk halinin ortaya çıkması ise şart değildir. Onların menfaatlerinin teh­likeye düşürülmüş olması yeterli kabul edilmelidir.[90] Nitekim Avusturya MK’nın 2025’inci paragrafında bu husus “gecikmeye tahammülü olmayan işler” deyimiyle karşılanmaktadır. Vekilin vekâlete geçici olarak devam etme mü­kellefiyetinin doğması için, vekâletin son bulması ile görülen işin ortada kalması, müvekkilin menfaatlerinin tehlikeye düşmesi ve müvekkil için bir zarar doğması ihtimalinin ortaya çıkması yeterlidir. Tandoğan’a göre, müvekkil bakımından teknik olarak zorunluluk du­rumunun ortaya çıkması şart olmayıp, menfaatlerin tehlikeye düşmesi yeter­lidir. Bu nedenle yalnızca vadeli işler değil, ticarî nitelikte işler özel­likle de borsa işlemleri bu niteliktedirler. Kanunun anılan maddesiyle amaçlanan da gecikmeye tahammülü olmayan işlerde vekâletin geçici olarak devam etme­sidir.[91] İkinci olarak vekâletin devam etmesi mümkün ve caiz olmalıdır. Ve­kâletin konusu müvekkilin kişiliğini doğrudan doğruya ilgilendirmeyen bir işin ifası ise vekâlet sona ermekle birlikte vekilin müvekkilin menfaati gere­ğince göreve devam etmekle mükellef tutulabilir. Buna karşılık tedavi edilen hastanın ölmesi yahut müvekkilin bir gayrimenkulün satışı için vekâlet ver­dikten sonra israf ya da suiidare nedeniyle hacir altına alınması durumunda vekâletin geçici olarak devam etmesi mümkün ve caiz değildir. Vekilin vekâleti sona ermekle birlikte müvekkilin menfaatlerinin ko­runması bakımından iş görmeye geçici olarak devam etmesi halinde, vekâ­letsiz iş görme söz konusu olmaz. Vekâlet ilişkisinin sürdüğü kabul edilir. Çünkü burada iş görme Borçlar Kanunu 397/2’nci maddesi gereğince bir mükellefiyete dayan­maktadır. Kanun, müvekkilin işlerini bizzat görebilecek hale gelene kadar vekile iş görmeye geçici olarak devam etme borcunu yüklemektedir. Ancak vekil, vekâlete konu bütün işleri değil müvekkilin menfaatlerinin tehlikeye düşmesini önleyecek muameleleri yapabilir. Bu bakımdan vekilin iş görme yetkisi bir anlamda sınırlandırılmıştır.[92] C. Borçlar Kanununun 397/2. maddesinin organ niteliğini kaybe­den yönetim kurulu hakkında uygulanması Anonim ortaklık açısından yönetim organının uygun olmayan za­manda bu sıfatını kaybettiği takdirde tüzel kişiliğin karşılaşabileceği zarar­lardan korunması gerekmektedir. Ortaklık yönetim kurulunun bu sıfatının vakitsiz sona ermesi nedeniyle gerekenin yapılamaması, ortaklık için bir zarar olasılığına yol açabilir. Yönetim kurulunun organ niteliğini kaybetmesi durumunda yönetim kurulu üyelerinin vekâlet görevinin devamı bakımından Borçlar Kanununun 397/2’nci maddesinde öngörülen vekâletin son bulması halinde müvekkilin menfaatlerinin tehlikeye düşmesi şartı gerçekleşmiş olur. Yönetim kurulu üyelerinin toptan yahut toplantı nisabının gerçekleşmesini önleyecek sayıda istifası ya da görev sürelerinin dolması halinde şirketi koruyucu tedbirler alınıncaya kadar, şirket işlerinin görülmesi imkânsızlaşacağı gibi, işlerin ortada kalması önemli zararların doğmasına da sebebiyet verebilir. Borçlar Kanununun yukarıda anılan hükmünün organ niteliğini kay­betmiş anonim ortaklık yönetim kurulu üyeleri hakkında uygulanma imkânı, diğer bir anlatımla organ sıfatını kaybeden yönetim kurulunun idare ve tem­sil yetkisinin devam etmesinin mümkün ve caiz olup olmadığı yönetim ku­rulunun bu niteliğini hangi nedenle kaybettiği dikkate alınarak belirlenmeli­dir. 1. Görev süresi sona eren yönetim kurulu üyelerinin durumu Görev süresi sona eren yönetim kurulu üyelerinin Borçlar Kanununun 397/2’nci maddesine göre göreve devam etmek mükellefiyetinin bulunup bu­lunmadığının ayrıca göreve devam etmenin mümkün olup olmadığının tes­piti bakımından ana sözleşme veya genel kurul tarafından belirlenen sü­renin dolmuş olması ihtimallerinin ayrı ayrı incelenmesi zorunluluğu bu­lunmakta­dır. a. Ana sözleşme veya genel kurul tarafından belirlenen sürenin dolması Sözleşmeyle veya genel kurul kararı ile tayin edilen sürenin dolmuş olması, üyelerin görev ve yetkilerini de sona erdirir. Üç yıldan daha az süre için, ana sözleşme veya genel kurul kararı ile görevlendirilen yönetim kurulu üyelerinin görev sürelerinin dolmasına rağmen yenilerinin seçilip ticaret siciline kaydettirilmemeleri ve süresi dolan üyelerin iş başındaymış gibi şirket işlerini görmeye devam etmeleri halinde TTK’nın 314/1’inci madde­siyle öngörülen üç yıllık azami süre dolmadıkça Borçlar Kanununun 397/2’nci maddesi gereği geçici olarak görevli sayılmaları mümkündür.[93] Bu nedenle görev süresi sona eren anonim ortaklık yönetim kurulunun iş görme yükümlülüğünün geçici olarak devam ettiği kabul edildiğinden vekâletsiz iş görme olarak değerlendirilmesi söz konusu olmaz.[94] Yönetim kurulunun görev ve yetki süresi yeniden seçilmeleri hariç olmak üzere, hiçbir durumda ve hangi gerekçeyle olursa olsun üç yılı aşa­maz. Bu üç yılın başlangıcı genel kurulca seçim yapılması halinde karar tarihi, ana sözleşme ile atama durumunda ise ortaklığın tescil tarihidir. Yö­netim kurulu üyesi, TTK’nın 315’inci maddesi gereğince yönetim kurulunca seçil­mişse atanan bu yeni üye selefinin kalan süresini tamamladığından, bu üye­nin görev süresi yerini aldığı üyenin görev süresine göre hesaplanır.[95] Kamu tüzel kişiliğin temsilcisinin ayrılması halinde seçim kamu tüzel kişili­ğine aittir. Esas sözleşmede ya da genel kurulca görev süreleri belirlenmiş ol­makla birlikte henüz Türk Ticaret Kanunu 314’üncü maddesinde öngörülen üç yıllık azami görev süresini aşmamış olan yönetim kurulu üyelerinin şir­keti temsilen yaptıkları işlemler ile iç ilişkiyi ilgilendiren idari işlerin geçerli olarak kabul edilmesi gerekmektedir.[96] Çamoğlu’da, sorunun yönetim kurulu üyelerinin görev sürelerinin dolmasına karşılık kanunda yer alan azami üç yıllık sürelerin geçip geçme­mesi bakımından ayırım yapılarak değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir. Yazara göre, yönetim kurulu üyelerinin görev süresinin bitmiş olması ve organ sıfatlarının sona ermesine karşılık üç yıllık tavan süre içinde genel kurulu toplayarak yeni yönetim kurulunun seçiminin sağlanabilmesi için yetki ve yükümlülüklerinin sürdüğünün kabul edilmesi gerekmektedir. Bu durumdaki anonim ortaklığın varlığını sürdürebilmesi için gerekli ve acil işler kapsamında yer alan vergiler, sigorta primleri, kiralar, işçi ücretlerinin ödenmesi, vadesi gelmiş alacakların tahsili, gümrüğe gelmiş malların çekil­mesi gibi işlemleri yapmakla yükümlüdür.[97] Ancak genel kurulu zama­nında toplantıya davet etmemek suretiyle yeni yönetim kurulunun oluşumu için gerekenin yapılmamış olması yönetim kurulu üyeleri ile denetçilerin so­rumluluğunu doğurur. Bilindiği üzere, yönetim kurulu üyelerinin seçildikleri genel kurul ka­rarında görev süresi belirtilmişse bu süre için, şayet bir süre belirtilmeden seçilmişlerse bir faaliyet dönemi şirketi idare ve temsil ederler. Yönetim kurulu üyelerinin belirli bir süre ile bu göreve getirilmiş olmaları yönetim kurulu üyelerinin süre sonunda yeni yönetim kurulunun seçiminin gerçek­leştirilmesi için genel kurulu toplantıya davet etmekle yükümlü olmalarını sonuçlandır.[98] b. Üç yıllık azamî sürenin dolması Anonim ortaklık yönetim kurulu üyelerinin görev süreleri, TTK’nın 314/1’inci maddesinde azamî olarak üç yıl ile sınırlandırıldığından, daha uzun süreli görevlendirmeler, aşan süreler bakımından hükümsüzdür.[99] Bu üç yılın başlangıcı yönetim kurulunun genel kurulca seçim yapılmışsa karar tarihi, ana sözleşmeyle atama halindeyse ortaklığın tescili tarihidir. Kanunda öngörülmüş olan azamî üç yıllık sürenin bitiminden sonra ortaklık yönetim organından yoksun duruma düşmektedir.[100] Çamoğlu’na göre bu takdirde tüm ilgililerin ortaklığa Türk Medenî Kanununa göre kayyım atanmasını talep imkânı bulunmaktadır. Genel ku­rulun toplantıya çağrılarak organların oluşumunu sağlamak şirketin acil ve zorunlu işlerini yürütmek kayyıma ait görevlerdir.[101] Domaniç’e göre, yönetim kurulu üyelerinin organ sıfatının TTK’nın 314/1’inci maddesi gereğince azamî görev sürelerinin dolması nedeniyle sona ermesi durumunda vekâletin Borçlar Kanununun 397/2’nci maddesi kapsamındaki, özellikle iyiniyetli üçüncü kişiler, mevcut işler ve hizmetlerle sınırlı olmak üzere devam ettiğinin kabulü gerekmektedir. Genel kurulun toplanmasına kadar geçecek süre için, şirketin faaliyetlerinin asgarî düzeyde de olsa yü­rütülmesinin temini amacıyla geçici yönetim kurulu veya kayyıma idare ve temsil yetkisinin tanınması gerekmektedir.[102] Diğer taraftan Çevik, yönetim kurulu üyelerinin görev süresinin dol­ması durumunda normal olarak üyeliğin de sona ermesinin gerektiğini, üç yıl süreyle yönetim kurulu üyeliğine seçilen kişinin “üç faaliyet yılı” iti­ba­rıyla görev ve sorumluluk yüklenmiş sayılacağını, ancak bu sürenin biti­minde yönetim kurulu üyeliği görevinin kendiliğinden sona ermediğini; usulü dairesinde seçim yapılıp yeni bir yönetim kurulu oluşturuncaya kadar ortaklık işlerinin bu kişilerce yürütülmesinin gerektiğini ifade etmekte olup, yeni üyelerin seçimi ve göreve başlamasıyla önceki üyelerin görevlerinin sona ereceğini savunmaktadır.[103]Ayrıca yazara göre, yönetim kurulu üyesi­nin görev süresi en çok üç bilanço yılı olarak anlaşılmakla birlikte, genel kurul toplantısı yapılıp yeni yönetim kurulu oluşturulup bunlar tescil edilin­ceye kadar eski yönetim kurulunun hüsnüniyet sahibi üçüncü kişiler yönün­den temsil ve idare yetkisinin kabul edilmesi gerekmektedir. Dış ilişkide iyiniyetli üçüncü kişilerle süresi dolan yönetim kurulu arasında yapılan iş­lemler şirkete karşı talep edilebilecek haklar olarak geçerliliklerini korur­lar.[104] Yönetim kurulunun üç yıllık azamî görev süresinin dolması üzerine şirketi temsile yetkili olup olmayacağı konusunda Yargıtayın son yıllarda verdiği kararlar ise doktrinde ileri sürülen görüşlerden farklıdır. Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesinin 1992 tarihli bir kararında özetle,[105] “Yönetim kurulunun azledil­memiş bulunmasına ve TTK’nın 314 ve devamı maddeleri uyarınca anonim şirketlerde üç yıllık görev süresi sona erdiğinde yönetim kurulu üyelerinin bu sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine ilişkin bir hüküm olmamasına göre, görev süreleri dolsa bile önceki yönetim kurulunun, yeni yönetim kurulu seçilinceye kadar görevine devam edeceğinin kabulü gere­kir.” denilmekte­dir. Ancak Yargıtayın bu yöndeki kararları doktrinde eleştirilere konu ol­muştur: İzmirli’ye göre, üç yıllık azamî görev süresi dolan yönetim kurulu üyelerinin ortaklığı temsil ve idare yetkilerinin Borçlar Kanununun 397/2’nci mad­desine göre devam ettiğinin kabul edilmesi uygun değildir. Bu çözümün benimsenmesi TTK’nın 314’üncü maddesinde açıkça yasaklandığı anlaşılan sonuca Borçlar Kanununun 397/2’nci maddesinin kullanılarak ula­şılmasını kabul etmek anlamına gelir.[106] Kanaatimizce de, azamî görev süresi sona ermiş yönetim kurulu üye­lerinin ortaklığı temsil ve idareye ilişkin işlemlerinin Borçlar Kanununun 397/2’nci maddesine göre geçerli kabul edilmesi TTK’nın 314’üncü madde­sinin açık hükmü karşısında mümkün görülmemektedir. Yönetim kurulunun yetkisinin iyi niyetli üçüncü kişiler bakımından var kabul edilip mevcut iş ve hizmetlerle sınırlı tutmak da, yönetim kurulunun niteliği, fonksiyonları ve TTK’nın 321/2’nci maddesi ile bağdaşmaz.[107]

Öte yandan, Borçlar Kanununun 34/3 maddesinde, “Temsil olunan kimse gerek sarahaten gerek delaleten verdiği salahiyeti diğer kimselere bildirdiği halde bu salahiyeti tamamen veya kısmen ref’ettiğini bildirmemiş olursa salahiyetin bu suretle ref’ini üçüncü şahıslara dermeyan edemez.” hükmü yer almasına karşılık, yönetim kurulu üyelerinin görev süresi seçim­leriyle birlikte ilân edilmektedir. TTK’nın 39/1’inci maddesi, üçüncü şahıs­ların tes­cil yoluyla kendilerine ilişkin iddiaların dinlenmeyeceği hükmünü amirdir. Yönetim kurulu üyeliğine seçim nedeniyle temsil yetkisi ve süresi ilân edil­diğinden bu sürenin aşılması hâlinde üçüncü kişilerin bu durumu bilmedikle­rini yönündeki itirazların dinlenilmesi mümkün değildir.

Çamoğlu’nun da ifade ettiği üzere,[108] yetkisiz yönetim kurulu üyele­ri­nin üçüncü kişilerle yaptıkları işlemlerin yetkisiz temsil hükümleri çerçeve­sinde değerlendirilebilmesi için, üçüncü kişinin yetkisiz temsil du­rumunu bilmemesi veya bilebilecek durumda da olmaması gerekmektedir. Ancak, TTK’nın 39/1’inci maddesinde yer alan sicil hukuku kurallarına göre, üçüncü kişi­lerin tescil ve ilân edilen yönetim kurulu üyelerinin görev ve görev sürelerini biliyor oldukları kabul edilir. Şu kadar ki, istisnai bazı du­rumlarda bu nite­liği bulunmayan yönetim kurulu üyesinin örneğin hile ile yetkili olduğuna ya da işlemin geçerliliğine diğer tarafı inandırmış ise yetki­siz temsilcinin sorumluluğu yoluna gidilir. Yetkisiz yönetim kurulu üyesinin yetkisiz tem­silciyi düzenleyen hükümler çerçevesinde sorumluluğuna gidi­lememiş olsa dahi, bu tür davranışların aynı zamanda haksız eylem teşkil etmesi nede­niyle; bu kişilerin haksız iktisap kurallarına dayanarak verdikleri zararları tazmin mükellefiyetleri bulunmaktadır. 2. Azledilen yönetim kurulu üyelerinin durumu Yönetim kurulu üyeleri genel kurul tarafından azledildiklerinde, organ sıfatı sona erer. Yönetim kurulu üyeliğinin her şeyden önce güvene dayalı bir ilişki olması nedeniyle ortaklık genel kurulu yönetim kurulunu her za­man azledilebilir. TTK’nın 316’ncı maddesinde “İdare meclisi azaları esas mukavele ile tâyin edilmiş olsalar dahi umumî heyet karariyle azlolunabilir­ler. Azlolunan âzanın tazminat talebine hakkı yoktur.” hükmü yer almakta­dır. TTK’nın yukarıda ifade edilen 316’ncı maddesinde, yö­netim kurulu­nun azli düzenlenmiş olup, azledilen yönetim kurulunun ortak­lık adına yap­tığı işlemlerin hukukî sonuçlarına ilişkin hüküm yer almamak­tadır. Bu ne­denle azledilen yönetim kurulu üyelerinin durumunun Borçlar Kanununun vekâlet ve temsile ilişkin hükümlerinin göz önünde tutulmak suretiyle tespit edilmesi zarureti bulunmaktadır.[109] Bilindiği üzere Borçlar Kanununun “Hitamın hükümleri” kenar baş­lıklı 398’inci maddesinde “Vekilin vekâletinin nihayet bulduğuna ıttıla peyda eylemeden evvel yaptığı işlerden müvekkil veya mirasçıları, vekâlet baki imiş gibi mes’uldür”. “Salahiyetin hangi zamandan itibaren nihayet bulacağı” kenar başlıklı 37’nci maddesinde ise “Mümessil kendi selâhiyetinin hitam bulduğu vâkıf ol­madığı müddetçe, temsil edilen yahut halefleri, bu salâhiyet henüz baki imiş gibi onun muamelesi ile alacaklı veya borçlu olurlar. Üçüncü şahısların, salahiyetin nihayet bulduğuna vâkıf oldukları su­retler müstesnadır.” hükmü yer almaktadır.

Bu hükümler çerçevesinde temsil yetkisi sona eren yönetim kurulunun üçüncü kişilerle yaptıkları sözleşmeler ve iç ilişkideki tasarrufları bakımın­dan çeşitli sorunlar ortaya çıkar. Şöyle ki;

a. Yönetim kurulu üyesinin azledildiğini öğrenmeden önce yaptığı idarî işlemler ve temsili muameleler Azledilen yönetim kurulu bu durumu henüz öğrenmemiş ise bu aşa­mada yapılan iç işlemler ve üçüncü kişilerle yapılan temsili muameleler, sanki vekâlet ilişkisi devam ediyormuş gibi ortaklığı bağlar. Diğer bir anla­tımla TTK’nın 316’ncı maddesi gereğince azlolunan yönetim kurulunun idare ve temsil yetkisinin sona ermesi; ancak, bu durumun üyeler tarafından öğre­nilmesi hâlinde temsil yetkisinin sona ermesine dair Borçlar Kanununun yukarıda anılan 398 ve 37’nci maddesinin uygulanmasını gerektirir.[110] Yönetim kurulu üyelerinin azledildiklerini öğrenmedikleri sürece öğ­renme anına kadar üyenin yaptığı işlemler ortaklığı hak ve borç altına so­kar,[111] yani yönetim kurulu üyelerinin temsil yetkisi varmış gibi, öğrenme anına kadar yaptığı işlemler geçerlidir.[112] b. Yönetim kurulu üyesinin azledildiğini üçüncü kişi tarafından bilinmesi durumunda yapılan işlemler Ortaklık ile ilişkide bulunan üçüncü kişi, yönetim kurulu üyesinin az­ledilmiş olması nedeniyle şirketi temsil etme yetkisinin bulunmadığını bili­yorsa, yönetim kurulu üyesi kendisinin azledildiğinden haberi bulunmasa dahi bu sözleşme ortaklığı bağlamaz. Nitekim, Borçlar Kanununun 37’nci mad­desinin ikinci fıkrasında, “Üçüncü şahısların, salahiyetin nihayet bul­duğu vâkıf oldukları suretler müstesnadır.” denilmek suretiyle bu gibi hal­lerde Borçlar Kanununun 398 ve 37/1’inci maddelerinde getirilmiş olan is­tisnanın uygulamasına imkân bulunmadığı ortaya konulmuştur.[113] c. Yönetim kurulu üyesinin azledildiğini üçüncü kişinin bilmemesi Borçlar Kanununun 34’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında, “Temsil olunan kimse gerek sarahaten gerek delaleten verdiği salahiyeti diğer kim­selere bildirdiği halde bu salahiyeti tamamen veya kısmen ref’ettiğini bil­dirmemiş olursa salahiyetin bu suretle ref’ini üçüncü şahıslara dermeyan edemez.” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm karşısında ortaklık ile hukukî ilişkide bulunan üçüncü kişi­nin yönetim kurulu üyesinin azlini bilmediği ve gerekli özene rağmen bil­mesinin de gerekmediği durumda azledilen üyenin şirket adına yaptığı iş­lemler ortaklığı bağlar. Kanunun bu hükmü, hukukî ilişkinin niteliğine de uygundur. Zira, temsil yetkisinin varlığı konusunda üçüncü kişilerde güven yaratan ortaklığın, bu yetkinin ortadan kalktığı konusunda bildirimde bu­lunmaması önceki bildirimiyle oluşturduğu güvene dayanarak işlem yapıl­ması neden olacağından sonuçlarına da katlanmalıdır.[114] d. Azil keyfiyetinin tescil ve ilânından sonra yapılan işlemler Türk Ticaret Kanununun 39’uncu maddesinin birinci fıkrasına göre, üçüncü şahısların tica­ret sicili kayıtlarının bilmediklerine ilişkin iddialarına itibar olunmayacağın­dan ortaklık yönetim kurulu üyesinin azli keyfiyetinin ticaret siciline tescil ve ilânından sonra, bu kişilerin ortaklık adına yapacağı işlemler bakımından temsil ve vekâlet ilişkisinin devam ettiği söylene­mez.[115]

Sonuç

Bu çalışmada, anonim ortaklıklar hukukunun en önemli konularından birini oluşturan yönetim kurulunun organ sıfatını kazanması ve kaybetmesi ile bu duruma bağlanan sonuçlar inceleme konusu yapılmıştır. Bilindiği üzere, ortaklık tüzel kişiliğinin yönetimi ve temsili organla­rının varlığı ile mümkündür. Kanun koyucu tüzel kişiliğin niteliğine göre, zorunlu organları doğrudan doğruya kendisi hükme bağlamıştır. Bunun dı­şında, tüzel kişilerin kendi ihtiyaçları doğrultusunda ihtiyarî organlar oluş­turmalarında bir engel bulunmamaktadır. Anonim ortaklıklar bakımından yönetim kurulu zorunlu organ olup, ortaklık açısından çok önemli fonksiyon taşır. Yönetim kurulu, gerçek kişi pay sahiplerinden oluşur ve sürekli faaliyette bulunur. Anonim ortaklığın sahip olduğu medenî haklar yönetim kurulu vasıtasıyla kullanılır. Anonim ortaklıkta tüzel kişiliğin kazanılmasından sona ermesine kadar, hatta sınırlı bazı durumlarda tasfiye sürecinde dahi şirketin yönetim ve temsili yönetim kuruluna aittir. Kanunda öngörülen diğer zorunlu organlar gibi yönetim ku­rulunun bulunmaması da anonim ortaklığın infisahı sebebidir. İsviçre Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununda anonim ortaklık ile yönetim kurulu arasındaki ilişkinin hukukî niteliğini açıklayıcı mahiyette bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durum, anonim şirket ile yönetim kurulu arasındaki ilişkiye uygulanacak hukuk kurallarının tespitinde güçlükler or­taya çıkmasına neden olmaktadır. Anonim ortaklıkların zorunlu organı olan yönetim kurulunun bu sıfa­tını kaybetmesi, şirket ve üçüncü kişiler açısından önemli sonuçları olan hukukî sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu gibi durumlarda ortaklı­ğın faaliyetlerini devam ettirmesi mümkün bulunmamakta olup, yalnızca bir hak süjesi olan şirketin faaliyetlerini devam ettirmesi amaçlanıyorsa tıpkı fiil ehliyetini kaybetmiş olan gerçek kişiler gibi korunması zarureti bulunmak­tadır. Öte yandan, ortaklık yönetim kurulunun bu sıfatınının kaybedilmesi­nin geçici ya da kesin olmasının farklı sonuçları bulunmaktadır. Zira, bu sıfatın geçici olarak kaybedilmesi durumunda, geçici yönetim kurulu tayini, yedek yönetim kurulu seçimi, mahkemece yönetim kurulu üyesi seçilmesi, kayyım tayini gibi ihtimaller gündeme gelebilmektedir. Yönetim kurulunun organ niteliğini daimi olarak kaybetmesi hâlinde ise pay sahipleri veya alacaklılardan herhangi birinin ya da Sanayi ve Tica­ret Bakanlığının şirketin feshini dava etmesi imkânı bulunmaktadır. Hukukumuzda organ sıfatının sona ermesine bağlı olarak, bu sıfatı bulunmayan yönetim kurulunun iç ilişkideki idarî işlemleri ile dış ilişkideki temsil işlemlerinin akıbetinin ne olacağı hususu tartışma konusu edilmiştir. Doktrinde olduğu kadar yargı kararlarında da farklı uygulamalara rastlamak mümkündür. İncelememizde organ sıfatını kaybeden yönetim kurulunun işlemlerinin hukukî niteliği ortaya konulmuş ve çeşitli ihtimaller çerçeve­sinde değerlendirilmiştir.

K A Y N A K Ç A

Ansay, Tuğrul, “Anonim Şirketler Hukuku”, 3. bası, Ankara 1970. Arslan, İbrahim, “Anonim Şirketlerde Yönetim Yetkisinin Sınırlandı­rılması”, Konya 1994. Arslanlı, Halil, “Anonim Şirketler II-III, Anonim Şirketin Organizasyonu ve Tah­viller”, İstanbul 1960. Atalay, Oğuz, “Anonim Şirketlerin İflâsı”, İzmir 1996. Bilgili, Fatih, “İsviçre ve Alman Hukukunda Anonim Ortaklıkların Organlarının Davranışlarından Dolayı Üçüncü Kişiler Karşısındaki Sorumluluğu ve Organların Taz­minat Borcu”, Ankara 2004. Çamoğlu (Poroy/Tekinalp), “Ortaklıklar”, İstanbul 2000. Çamoğlu, Ersin, Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukukî Sorumlu­luğu (Sorumluluk), Ankara 1972. Çevik, Orhan Nuri, “Anonim Şirketler”, Ankara 4. bası, 2002. Domaniç, Hayri, “Anonim Şirketler Hukuku ve Uygulaması”, TTK Şerhi, C. II, İstanbul 1988. Eriş, Gönen, “Ticari İşletme ve Şirketler”, C. II, 3. bası, Ankara 2003. Helvacı, Mehmet, “Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu Üyesinin Sorumluluğu”, 2. bası, İstanbul 2001 İmregün, Oğuz, “Bilirkişi Raporları” (1985-1986), İstanbul 2000 İzmirli, Yadigar, “Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulunun Organ Niteliğinin Kay­bedilmesi ve Hukukî Sonuçları”, Ankara 2001. Kaplan, İbrahim, “Banka İdare Meclisi Üyeleri ve Müdürlerin Hukukî Sorumlu­luğu”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, XI, 13-14 Mayıs 1994, Batider, Ankara 1994. Kırca, İsmail, “Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyeliği Seçimine İlişkin Kararların Hükümsüzlüğü, Bilgi Toplumunda Hukuk”, Ünal Tekinalp’e Armağan, C.1, İstanbul 2003. Kiper, Osman, “Uygulamada Ticaret Şirketleri”, İstanbul 1996. Moroğlu, Erdoğan, “Türk Ticaret Kanununa Göre Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü”, Ankara 1993. Özkorkut, Korkut, “Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu Kararlarının İptali”, Ankara 1996. Öztan, Bilge, “Hukuk Tüzel Kişilerinde Organ Kavramı ve Organın Fiillerinden Doğan Sorumluluk”, Ankara 1970. Pulaşlı, Hasan, “Şirketler Hukuku”, Konya 1995. Şener, Oruç Hami, “Uygulamalı Ortaklıklar Hukuku”, Ankara 2002. Tandoğan, Haluk, “Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri”, C. II, Ankara 1987. Teoman, Ömer, “Yaşayan Ticaret Hukuku, Hukukî Mütalâalar”, C. I, Kitap 2, (1986-1988), İstanbul 1993. Türk, H. Sami, “Anonim Ortaklık Genel Kurul Toplantılarında Gündeme Bağlılık İlkesi ve Yönetim Kurulu Üyelerinin Azil veya Seçimi”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Ankara 6-7 Ocak 1984 Yavuz, Cevdet, “Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri”, C. II, İstanbul 1989.
[1] Bilgili, Fatih, “İsviçre ve Alman Hukukunda Anonim Ortaklıkların Organlarının Dav­ranışlarından Dolayı Üçüncü Kişiler Karşısındaki Sorumluluğu ve Organların Taz­minat Borcu”, Ankara 2004, s. 17. [2] Bilgili, s. 17; Öztan, Bilge, “Hukuk Tüzel Kişilerinde Organ Kavramı ve Organın Fi­illerinden Doğan Sorumluluk”, Ankara 1970, s. 13. [3] Bilgili, s. 14; Öztan, s. 31. [4] Öztan, s. 8. [5] Bilge, s. 82. [6] Çevik, Orhan Nuri, “Anonim Şirketler”, Ankara 2002, s. 381. [7] Çamoğlu (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, İstanbul 2000, s. 293. [8] Helvacı, Mehmet, “Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu Üyesinin Sorumlu­luğu”, 2. bası, İstanbul 2001, s. 3. [9] Carl-Friedrich von Savigny, “System des heutigen römischen Recht”, Berlin, 1840, C. II, s. 2; (Öztan, s. 5 ). [10] Helvacı, s. 4. [11] Helvacı, s. 4. [12] Beuthıen, “Gibt es eine organschaftliche Stellvertretung”, NJW, 1999, 1142 ; Bil­gili, s. 25. [13] Özkorkut, Korkut, “Anonim Ortaklıklarda Yönetim Kurulu Kararlarının İptali”, Ankara 1996, s 78, 79. [14] Çamoğlu, Ersin, “Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukukî Sorumlu­luğu” (Sorumluluk), Ankara 1972, s. 175. [15] Organ kavramının tüzel kişinin bünyesinde yer alan benzer nitelikteki temsilci kav­ramıyla arasında fark olup olmadığı meselesi üzerindeki tartışmalar Türk Medenî Kanununun 49 ve 50’nci maddeleriyle sonuca bağlanmış bulunmaktadır. Organ kavramı ile temsilci kavramları arasında bazı yönleri itibarıyla farklar bulunduğu bir gerçektir. Tüzel kişiliğin organının ve temsilcisinin tüzel kişiliğin hizmetinde bulunması itibarıyla aralarında benzerlikler bulunmakla birlikte, önemli bir kısım farklılıklar da bulunmak­tadır. Nitekim, temsilciden farklı olarak organ tayininde üyeler ortaklığı temsil etmek hakkını organa naklettikten sonra ortaklık adına hak kazanılması ya da mükellefiyetlerin yerine getirilmesi bakımından hiçbir faaliyette bulunamazlar. Temsil ilişkisinde ise temsilci tayin eden kişiler temsilciye yerine getirmesi için devrettikleri bütün işler üze­rinde doğrudan doğruya tasarrufta bulunabilirler. Diğer bir anlatımla, temsilci temsil olunan kişiyi bertaraf edemez. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Bilge, s. 82-85. [16] Özkorkut, s. 21. [17] Çamoğlu (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 292; Teoman, Ömer, “Yaşayan Tica­ret Hukuku, Hukukî Mütalâalar”, C.I, Kitap 2, (1986-1988), İstanbul 1993, s. 32. [18] Ansay, Tuğrul, “Anonim Şirketler Hukuku”, 3. bası, Ankara 1970 s. 103, 104; Çamoğlu (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 307; Kaplan, s. 134. [19] Çamoğlu (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 307. [20] Kaplan, İbrahim, “Banka İdare Meclisi Üyeleri ve Müdürlerin Hukukî Sorumlu­luğu”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, XI, 13-14 Mayıs 1994, Batider, Ankara 1994, 133, 134; Yavuz, Cevdet, “Türk Borçlar Hukuku Özel Hüküm­ler”, C. III, İstanbul 1989, s. 193-262. [21] Çamoğlu (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 307. [22] Bilge, s. 83, 84. [23] Bilgili, s. 24, 25. [24] ATF. 81 II, s. 223, 227 (Helvacı, s. 4). [25] Ansay, s. 89. [26] Ansay, s. 88; Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 313; Çevik, s. 400; Doğanay, “Türk Ticaret Kanunu Şerhi”, C. I, Ankara 1981, s. 736; Krş. Godin, Wilhelmi, m.70 A, 4; Telchmann, Koehler, m. 75, Ia, s. 167 (Ansay, s. 88, dn.18). [27] Ansay, s. 88; Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 313. [28] Ansay, s. 89. [29] Ansay, s. 89; Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 313. [30] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 313. [31] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 314. [32] Arslan, s. 70; Çamoğlu “Sorumluluk”, s. 102, 103. [33] Burgi, m. 708, N.13, II; Wieland 126; Schucany, m. 705, N. 2 ( Ansay, s. 93, dn. 46 naklen). [34] Kaplan, s. 136. [35] Ansay, s. 93. [36] Ansay, s. 93; Atalay, Oğuz, “Anonim Şirketlerin İflâsı”, İzmir 1996, s. 180. [37] Bilgili, s. 79; Kaplan, s. 133; [38] Bilgili, s. 79, dn. 40’ta sayılan yazarlar. [39] Wurdinger, s. 119-125; Baumback, Huek, m. 84, N. 6; Gterke, s. 331, Arslan, s. 71, dn.174 naklen). [40] Arslan, s. 72; Çamoğlu “Sorumluluk”, s. 104; Arslanlı, bu ilişkinin hukuki niteliği­nin belirlenmesi bakımından, ortaklık ile yönetim kurulu arasında yapılan söz­leşmede açıkça hizmet akdinden söz edilmesi ve bu akdin unsurlarına özellikle de ücret unsuruna yer verilmesi durumunda ilişkinin hizmet akdi olarak vasıflandırılması diğer hallerde ise vekalet hükümlerinin uygulanması gerektiğini ifade etmektedir. Arslanlı, Halil, Anonim Şirketler II-III, “Anonim Şirketin Organizasyonu ve Tahviller”, İstanbul 1960, s. 108. [41] Arslan, s. 71; Bilgili, s. 79. [42] Pulaşlı, Hasan, “Şirketler Hukuku”, Konya 1995, s. 237. [43] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 308. [44] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 308. [45] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 313; Kiper, “Uygulamada Ticaret Şir­ketleri”, İstanbul 1996, s. 459; Pulaşlı, s. 238. [46] Kırca, İsmail, “Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyeliği Seçimine İlişkin Kararla­rın Hükümsüzlüğü”, Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal Tekinalp’e Armağan, C. 1, İstan­bul 2002, s. 495. [47] Aynı yönde, Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi, 28/9/1992 T., E: 2651, K: 9311. [48] Kırca, s. 498; aynı görüşte Çevik, s. 410, 411. [49] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 309. [50] Pulaşlı, s. 239. [51] Pulaşlı, s. 239. [52] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 308; Pulaşlı, s. 239. [53] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 309; Pulaşlı, s. 240. [54] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 310; Çevik, s. 409, 410. [55] Çevik, s. 416. [56] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 310; Çevik, s. 415, 416. [57] Çevik, s. 417. [58] Pulaşlı, s. 241; Yargıtayın gündeme bağlılık ile ilgili olarak “Ortaklık genel kurulu­nun birinci toplantısında toplantı yeter sayısı oluşmamış ve ikinci toplantı yapıl­mışsa, bu toplantıda birinci toplantının gündemi görüşülür. Bu gündemde herhangi bir ek yapılamaz. Ancak, ek yapılması gerekirse, olağanüstü genel kurul toplantısı yapıla­rak bu toplantı gündemi olarak görüşülebilir.” Kararı mevcuttur. Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesinin, 28.03.1974 T, 645 E.1075 K. [59] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 312; Krş. İmregün, “gündemde se­çim maddesi yer almamış olsa dahi, genel kurul yapılan görüşmeler sonucu yönetim kurulunun azline giderse, derhal yeni bir seçim yapabilir. Bu gündeme bağlılık ilkesinin bir istisnasıdır. Genel kurulun güveni kalmadığı yönetim kuruluna gelecek toplantıya kadar ortaklık yönetim ve temsilini bırakması beklenemez.” s. 341. [60] Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesinin, 2.7.1979 T. 1882 E.- 3487 K. (Çevik, s. 419). [61] Türk, H. Sami, “Anonim Ortaklık Genel Kurul Toplantılarında Gündeme Bağlı­lık İlkesi ve Yönetim Kurulu Üyelerinin Azil veya Seçimi”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Ankara 6-7 Ocak 1984, s. 175-222. [62] Pulaşlı, s. 241. [63] Atalay, s. 181. [64] Atalay, s. 181. [65] Atalay, s. 181. [66] Arslan, İbrahim, “Anonim Şirketlerde Yönetim Yetkisinin Sınırlandırılması”, Konya 1994, s. 62, 63.; Çamoğlu, “Hukukî Sorumluluk”, s. 175. [67] İzmirli, Yadigar, “Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulunun Organ Niteliğinin Kay­bedilmesi ve Hukukî Sonuçları”, Ankara 2001, s. 124. [68] İzmirli, s. 124. [69] İzmirli, s. 126. [70] Çevik, s. 462. [71] Doğanay, C. I, s. 7338; İmregün, “Bilirkişi Raporları” (1985, 1986), İstanbul 2000, s. 194; İzmirli, s. 126. [72] Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi, 8.11.1982 T. 3858 E. 4511 K. [73] İzmirli, s. 127. [74] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 309; İzmirli, s. 127. [75] Palandt, Heınrıchs, p.29, s. 31, 32 (İzmirli, s. 128, dn. 148 atfen). [76] Ripert, Roblot, s. 819 (İzmirli, s. 128, dn. 150 atfen). [77] Şener, Oruç Hami, “Uygulamalı Ortaklıklar Hukuku”, Ankara 2002, s. 83, 84. [78] İFM, 12.12.1968 T. 1969, I, 377-380 (İzmirli, s. 133) [79] İzmirli, s. 133. [80] Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi, 17.10.1989 T, 6381 E.5454 K. (Şener, s. 83). [81] Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi, 21.02.1994 T, 4208 E.1331 K. (Şener, s. 83). [82] İzmirli, s. 136, yönetim kurulunun organ sıfatını kaybetmesi ile ilgili olarak açıl­ması gereken davaya ilişkin olarak bk. Eriş, Gönen, “Ticari İşletme ve Şirketler”, C. II, 3. bası, Ankara 2003, s. 2563 vd. [83] Özkorkut, s. 93. [84] Özkorkut, s. 93. [85] Moroğlu, Erdoğan, “Türk Ticaret Kanununa Göre Anonim Ortaklıkta Genel Ku­rul Kararlarının Hükümsüzlüğü”, Ankara 1993, s. 78, 79. [86] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 310. [87] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 310. [88] İzmirli, s. 87. [89] İzmirli, s. 87; Yavuz, Cevdet, “Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler”, C. II, İstan­bul s. 261. [90] Tandoğan, Haluk, “Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri”, C. II, 1987, s. 664. [91] Tandoğan, s. 661. [92] İzmirli, s. 89; Yavuz, s. 262. [93] İzmirli, s. 91 [94] Tandoğan, s. 665. [95] Çevik, s. 462; Domaniç, Hayri, “Anonim Şirketler Hukuku ve Uygulaması”, TTK Şerhi, C. II, İstanbul 1988, s. 481; Şener, s. 81. [96] İzmirli, s. 91. [97] Çamoğlu, (Poroy, Tekinalp), “Ortaklıklar”, s. 310. [98] İzmirli, s. 91. [99] Çamoğlu, s. 343; İzmirli, s. 92. [100] Çamoğlu, s. 344. [101] Çamoğlu, s. 344. [102] Domaniç, s. 482, 483. [103] Çevik, s. 413. [104] Çevik, s. 410-413. [105] Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesinin 30.11.1992 T., 6270 E. 11024 K. [106] İzmirli, s. 94; aynı görüşte, Şener, s. 83. [107] İzmirli, s. 94; Krş. İmregün, “Görev süresini aşan yönetim kurulu üyeleri, genel kurul herhangi bir nedenle toplanmaması hâlinde sicilde temsilci olarak görüldükleri sürece, sübjektif iyiniyet sahibi üçüncü kişilere karşı ortaklığı temsil yetkisini haiz olurlar.” s. 23, 24. [108] Çamoğlu, Hukukî Sorumluluk, s. 183. [109] İzmirli, s. 95. [110] Yavuz, s. 262. [111] İzmirli, s. 97. [112] İzmirli, s. 97; Yavuz, s. 262. [113] İzmirli, s. 97; Yavuz, s. 262. [114] İzmirli, s. 97; Yavuz, s. 262. [115] İzmirli, s. 97.

Hüseyin EKİNCİ

Kanunlar Genel Müdürlüğü

Tetkik Hâkimi

Paylaş:

Emsal Kararlar

Yeni Eklenenler

Sosyal Medyada Biz

error: Özderin Avukatlık Bürosu - Ankara - Uzman Kadromuza ulaşmak için lütfen arayınız ! 0312 428 03 13