Tutukluluğa ve Masumiyet Karinesine İlişkin Hikmet KOPAR ve Diğerleri Kararı Basın Duyurusu

Fikriye AYTİN ve Diğerleri Kararına İlişkin Basın Duyurusu

Tutukluluğa ve Masumiyet Karinesine İlişkin Hikmet KOPAR ve Diğerleri Kararı Basın Duyurusu

Tutukluluğa ve Masumiyet Karinesine İlişkin Hikmet KOPAR ve Diğerleri Kararı Basın Duyurusu

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 8/4/2015 tarihinde Hikmet Kopar ve Diğerleri’nin başvurusunda (B. No: 2014/14061), açıkça dayanaktan yoksunluk ve başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedenleriyle başvuruların kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

Olaylar

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından emniyet personeli olarak görev yapan başvurucular hakkında görevleriyle ilgili iki ayrı konuda soruşturma başlatılmıştır.

Soruşturmalardan biri İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan önleme amaçlı iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkindir. Diğer soruşturma ise yasa dışı bir örgütle ilgili olduğu iddia edilen soruşturma kapsamındaki usulsüzlük iddiaları hakkındadır.

Başvurucular 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınmış, başvurucuların bir kısmı ise 25-29 Temmuz 2014 tarihleri arasında yapılan sorguları sonrasında, resmi belgede sahtecilik, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi farklı bir veya birden fazla suç kapsamında tutuklanmıştır.

Başvurucular hakkındaki soruşturmalar henüz sonuçlanmamıştır.

İddialar

Başvurucular, “paralel yapı” iddiaları kapsamında haklarında yürütülen soruşturmalar nedeniyle verilen karar, yapılan işlem ve uygulamaların anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

Mahkemenin değerlendirmesi

Gözaltı süresi yönünden

Anayasa Mahkemesi, suç isnadıyla gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan kişinin, yasal gözaltı süresinin aşıldığı iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruda ihlal sonucunun kişisel durumlara etkisi olmayacağını, gözaltı süresi aşılmış olsa dahi, kişi hâkim tarafından tutuklandığından gözaltı süresinin aşıldığı yönündeki bir tespit ve ihlal kararının “tutuklu” kişinin serbest kalmasına tek başına imkân vermeyeceğini belirtmiştir.

Bu kapsamda yasal gözaltı süresinin aşılıp aşılmadığı ve sorgu sürecinde geçen sürenin kanuni olup olmadığının, davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi kapsamında açılacak davada incelenebileceği sonucuna varıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

Tutuklama ve itiraz kararları yönünden

Anayasa Mahkemesine göre, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilirler. Bu çerçevede bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği, büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.

Bu kapsamda kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira tutukluluğun amacı, kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir.

Somut olayda başvurucular hakkındaki tutuklama kararlarının gerekçesi olarak isnat edilen suçlamalara ilişkin dinleme kayıtları gösterilmiştir. Başvurucular suçlamaları kabul etmemişlerdir.

İlk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin varlığı ilk tutma bakımından yeterli olabilir.

Somut olaydaki soruşturmaların bu aşamasında, tutuklama ve itiraz üzerine verilen kararların gerekçeleri incelendiğinde, suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığının kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

Tutuklama yasağı yönünden

Başvurucular, suç tarihinde ceza üst sınırı altı ay hapis olan bir suçla ilgili tutuklama kararı verildiğini iddia etmişlerdir.

Başvurucuların tutuklanmalarına esas gösterilen suçlardan biri “Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” suçudur. Devam eden bir süreç içinde çok sayıda kişinin iletişiminin usulsüz olarak dinlenip kayıt altına alındığı iddia edilmektedir. Tutuklama yasağı olduğu iddia edilen ve belli bir süre devam etmiş eylemin kanun değişikliğinden önce tamamlanmış olup olmadığı ancak yargılama sonunda ortaya çıkabilecektir.

Öte yandan başvuruculardan hiçbiri sadece “kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” suçundan tutuklanmamıştır. Bu suçtan hakkında tutuklama kararı verilen başvurucular hakkında ayrıca “kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği” suçundan da tutuklama kararı verildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

Yakalama kararı yönünden

Başvuruculardan bir kısmı, haklarında yeni bir delil olmaksızın yakalama kararı çıkarıldığını ve bu yakalama kararına bağlı olarak verilen tutuklama kararının kanuna aykırı olduğunu iddia etmişlerdir.

Sulh ceza hâkiminin serbest bırakma kararının itiraza tabi olmasının ve Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine, itiraz merci tarafından yakalama emri çıkartılmasının 5271 sayılı Kanun’un 91. maddesinin (5) numaralı fıkrasıyla ilgisi bulunmamaktadır. İtiraz merciinin emriyle gerçekleşen yakalama, gözaltına almayla başlamış olan yargısal sürecin bir parçasıdır. Aksi halde itiraz kanun yolunun bir anlamı ve etkisi olmaz. Bu uygulama, kanun yolu incelemesinin niteliğinin doğal bir sonucu olmakla birlikte 5271 sayılı Kanun’un 98. maddesinde de açıkça düzenlenmiştir. Bu nedenle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

Tarafsız ve bağımsız yargı merci yönünden

Başvurucular, tutuklama kararı veren yargı mercilerinin doğal hakim ilkesine aykırı olduğunu, ayrıca haklarındaki soruşturmaların başlatılması, bu süreçte yapılan yasal düzenlemeler, kurulan sulh ceza hakimliklerine yapılan atamalar ve siyasi söylemler nedeniyle bu hakimliklerin bağımsız ve tarafsız olmadıkları yönünde yeterli kuşkunun mevcut olduğunu iddia etmişlerdir.

Anayasa Mahkemesi, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerinin belirlenmiş olması şeklinde tanımlanan doğal yargıç kavramının, adil yargılanma hakkının en önemli öğesi olan “kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma” hakkının temelini oluşturduğunu, Anayasa'nın 37. maddesinde düzenlenen doğal yargıç ilkesinin, yargılama makamlarının, suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya sanığın ve davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermediğini belirtmiştir. İlkeyle suçun işlenmesinden sonra kurulacak mahkemede davanın görülmesi ve böylece “kişiye” ya da “olaya” özgü mahkeme kurulmasının yasaklandığı vurgulanmıştır.

Bu kapsamda, bir kuralın belirli bir suçun işlenmesinden sonra bu suça ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğünü müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması hâlinde, doğal yargıç ilkesine aykırılık söz konusu olmaz.

Bunun yanında, tutukluluk veya tutukluluğa itiraz incelemelerinde görev yapan hâkimlerin başvurucularla ilgisi olmayan konularda daha önce görevleri kapsamında verdikleri kararlardan hareketle tarafsız olmadıklarını kabul etmek mümkün değildir. Hâkimin geçmişte verdiği kararlar ve kullandığı oyların tarafsızlığından şüphe duyulmasına neden olacak olgular olarak değerlendirilmesi ve dolayısıyla bunun hâkimi red sebebi olarak kabul edilemeyeceği açıktır.

Somut olayda, genel bir kanuni düzenlemeye dayanılarak ve yetkili kurul tarafından yapılan atama sonucunda ilgili hâkimlerin anılan görevleri yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle, gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan, siyasi tartışmalarda ortaya konulan değerlendirme ve yorumlardan hareketle, başvuruculara yönelik somut ön yargılı bir işlem ve tutum gösterilmeksizin, ilgili hâkimlerin siyasal veya kişisel nedenlerle bağımsız ve tarafsız davranmadıklarını kabul etmek mümkün görülmemiştir.

Soruşturma dosyasına erişim yönünden

Başvurucular, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığını ve makul sürede savunma hakkı tanınmadığını iddia etmişlerdir.

Yürütülen soruşturmalardan ilki kapsamında tutuklanan başvuruculara soruşturmaya ilişkin belgelerin taranmış olarak (CD) içerisinde verildiği, ayrıca başvurucuların emniyet, savcılık ve sorgu sürecinde alınan savunmaları incelendiğinde haklarındaki suç isnadına temel teşkil eden belge ve bilgilere sahip olarak müdafileriyle birlikte ayrıntılı şekilde savunma yaptıkları belirtilmiştir.

Diğer soruşturma kapsamında tutuklanan başvurucuların müdafilerine soruşturma dosyasının tutmaya esas teşkil eden kısımlarının verildiği, İçişleri Bakanlığı müfettişlerince düzenlenen 1292 sayfalık raporun başvurucular gözaltında iken kendilerine (CD) içerisinde teslim edildiği, ancak raporun yaklaşık 200 sayfasının ulusal güvenlik ve kişilerin özel hayatının gizliliği gereği şüphelilerin müdafilerine verilmediği anlaşılmaktadır.

Suç işlendiği şüphesine bağlı olarak özgürlükten yoksun bırakılmanın ilk aşamasında yapılan yargısal denetimin kapsamı ile suçlamalara dayanak olan temel unsurların başvuruculara veya müdafilerine bildirilmiş ve başvuruculara bunlara itiraz etme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığı ve savunma için makul süre verilmediği iddiasının dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır.

Masumiyet karinesi yönünden

Başvurucular, birçok haksız ve gerçek dışı haber yapılarak basın üzerinden yargılandıklarını, siyasi iktidarın müdahalesiyle kendileri lehine karar verebilecek yargı mercileri hakkında “paralel yargı” nitelendirilmesi yapıldığını, Başbakanın açıklamalarının daha gözaltı aşamasında iken kendilerini doğrudan suçlu olarak yansıttığını ve masumiyet karinelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

Anayasa Mahkemesi, masumiyet karinesinin, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına aldığını, bunun sonucu olarak, kişinin masumiyetinin “asıl” olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz.

Başvurucuların tutuklanmalarına karar verilen suçlarla ilgili isnadın yapılmadığı aşamada Başbakan, kamuoyunun da gündeminde olan siyasi tartışmalar kapsamında başvurucuların isimleri zikredilmeksizin genel olarak yasadışı/usulsüz dinlemelerle ilgili beyanlarda bulunmuştur. Anılan tarihlerde gerçekleşen mahalli idareler seçimi öncesinde yoğun siyasi tartışmaların yapıldığı ve bir kısım telefon/ortam dinlemelerinin internet üzerinden kamuoyuna aktarıldığı bilinmektedir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ise 25/2/2014 tarihinde kamuoyunun tanıdığı birçok kişiyi doğrudan ilgilendiren güncel tartışmalar nedeniyle başvurucuların isimlerini veya görevlerini belirtmeksizin açıklama yapmıştır. Tartışmalara konu soruşturmayla ilgili yetkili makam olan Cumhuriyet Başsavcılığının bu kapsamdaki açıklamasının, yapıldığı aşama ve içerik itibarıyla başvurucularla doğrudan ilgi kurulmasını sağlayacak nitelikte olmadığı görülmektedir. Bu nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.

* Yargı mercileri tarafından verilen kararlar yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine ve olayın özelliklerine göre verilen kararlar olup; kararların emsal karar olarak uygulanıp uygulanmayacağı her somut olay özelinde ayrıca değerlendirilmelidir. Kapsamlı değerlendirme ve benzer içtihat örnekleri için ilgili departmanımız ile iletişime geçiniz.

Paylaş:

Emsal Kararlar

Yeni Eklenenler

Sosyal Medyada Biz

error: Özderin Avukatlık Bürosu - Ankara - Uzman Kadromuza ulaşmak için lütfen arayınız ! 0312 428 03 13