İdari Yargı Kararlarının Gerekçelerinin Bağlayıcılığı*

İdari Yargı Kararlarının Gerekçelerinin Bağlayıcılığı*

İdari Yargı Kararlarının Gerekçelerinin Bağlayıcılığı*

‘Kararların gerekçeli olması’ demek, dayandığı kanuni ve hukuki sebeplerin, hüküm kısmında yer alması demektir. Gerekçe, hem davanın taraflarına kararın nedenini açıklar, hem de temyiz yoluyla incelemeyi kolaylaştırır. Gerekçeler hükmün zaruri unsurlarından biridir. Zira hükmün doğru ve isabetli olup olmadığını tayinde ölçü olacak olan bu mucip sebeplerdir. Mahkeme kararlarının gerekçeli olacağı Anayasanın 141 nci maddesinde düzenlenmiştir. Anayasal düzenlemeye paralel olarak usul kanunlarında da benzer düzenlemeler yer almaktadır.

Ceza yargılamasında infaza esas teşkil eden bölüm kararın hüküm fıkrasıdır. Kararın infazında gerekçenin bağlayıcılığı yoktur. Anayasa yargısında ve idari yargıda ise , gerekçe hüküm fıkrasıyla sıkı bir ilişki içerisindedir.

İdari yargı kararlarının gerekçelerinin bağlayıcılığı konusunda , sırf bu konuyu inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Ancak idari yargı kararlarının uygulanması konusunun incelendiği eserlerde yüzeysel olarak irdelenmiştir. Bu çalışmada , öncelikle gerekçe kavramı ve gerekçe zorunluluğu açıklandıktan sonra , Anayasa Mahkemesi kararları ve idari yargı kararlarının gerekçelerinin bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi , Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararlarıyla izah edilmeye çalışılacaktır

I. GEREKÇE KAVRAMI

Mefhumlar üzerinde anlaşma sağlanmadan yapılacak açıklamalar, anlaşılmamaya mahkum kalacaklardır. Bu yüzden gerekçenin tanımı üzerine sözlüklerde bir gezinti yapalım.

Türk Dil Kurumu Sözlüğünde, gerekçe üç anlam verilerek açıklanmıştır gerekçe;

1. Gerektirici sebep, esbab-ı mucibe.

2.Bir yasanın önerilmesi ve hazırlanmasında, yasa tasarısının hazırlanış ve maddelerin düzenleniş sebepleri.

3.Mahkeme kararlarında, kararın dayandığı yasal ve hukuki sebeplerin gösterilmesi .

Ejder Yılmaz ise, “Yargıcın hükmünü dayandırdığı nedenler; Anayasaya göre mahkemelerin verdikleri hükümler gerekçeli yazılmalıdır .” diyerek gerekçenin iki görünümünü sözlüğüne almıştır. Ansiklopedik Hukuk Sözlüğü’nde ise; “Bir yasa, öneri ya da tasarısını, dayandığı ilke, temel kurallar ve gerekliliği ile açıklayan nedenler .” tanımı ile gerekçenin sadece bir cephesi gösterilmektedir.

Gözübüyük’e göre ise gerekçe, mahkemenin verdiği kararda dayandığı fiili ve hukuki sebeplerin gösterilmesidir . Meydan Larousse’da ise, gerekçenin şu tanımları görülmektedir: “Bir önermenin (kaziyenin) kendiliğinden var kıldığı gereklilik (lazime). Gerekçe özellikle mahkeme kararları açısından, varılan kararların mantık ve sebeplerinden meydana gelir . Tanımlardan, gerekçenin sözlük anlamı ile bir şeyin gerektirici sebebi olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca lûgatlarda yasa gerekçeleri de yer almakta olup, burada da yasaların hazırlanış maksatlarını içeren gerekçelerin bulunması gerektiği ortaya konmaktadır. Fakat bizim konumuz bunlar değil, muhakeme safhasındaki gerekçe olduğu için, kelimenin bu anlamları üzerinde fazla durmadan, mahkeme kararlarının gerekçeleri konusuna geçilecektir.

II. YARGI KARARLARININ GEREKÇELİ OLMA ZORUNLULUĞU

A. ANAYASA GEREĞİ

Bir devletin temel düzeni ve dayandığı hukuk fikri Anayasa ile belirlenip geçerlilik kazanıyorsa, bunun doğal sonucu, o devletteki bütün iç hukuk metinlerinin Anayasaya aykırı olamamasıdır . Gerekçe bahsi ilk kez 1961 Anayasasında geçmiş, aynı hüküm 1982 Anayasasında da 141’nci maddede tekrarlanmıştır. Bu maddenin 3’ncü fıkrasına göre; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” En üst hukuk normu olan Anayasada yerini böylece alan gerekçe, ilgili diğer kanunlarda da açıklamasını bulmuştur.

Buna göre, çıkarılan kanunlarda, kararların gerekçeli olması istenecek, gerekçesiz mahkeme kararları her şeyden önce Anayasaya aykırılıkla sakatlanacaktır.

B. ULUSLARARASI ANDLAŞMALAR GEREĞİ

“Milletlerarası Andlaşmaların Uygun Bulunması”nı düzenleyen Anayasamızın 90’ncı maddesine 7.5.2004 tarihinde 5170 sayılı kanunla ilave edilen ek cümle ile milletlerarası andlaşmalar mevzuat hiyerarşisinde Anayasa ile kanunlar arasında bir yere sahip olmuştur. Söz konusu fıkra şu şekildedir:

“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek Cümle: 7.5.2004-5170/7) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümleri içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Bu madde hükmüne göre, Anayasa ve kanunlarda gerekçe ile ilgili bir hüküm bulunmasa dahi, taraf olduğumuz andlaşma ve sözleşme hükümlerinde mahkeme kararlarının gerekçeli olması arandığı takdirde mahkemelerin kararlarını gerekçeli olarak vermeleri gerekmektedir.

Mahkemelerin kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir parçasıdır. Milletlerarası andlaşma ve sözleşmelerde kararların gerekçeli olması, adil yargılama hakkı kapsamında düşünülmüş ve özellikle AİHM’nin içtihatları bu yönde oluşmuştur.

Adil yargılanma hakkı , mahkemenin kararının , mutlaka ve otomatik olarak bir veya diğer tarafın yaptığı beyanlara dayandırılması değil, mahkemeye taraflarca sunulmuş olan bütün fiili ve hukuki delillerin tarafsız bir şekilde göz önüne alınmasını gerektirir. Mahkeme taraflarca kendisine sunulan bütün delilleri , hüküm açısından önemli olsun olmasın, önyargısız olarak değerlendirmelidir. Sözleşmenin 6/1 maddesine göre , mahkemeler kararlarını gerekçeli olarak yazmak yükümlülüğü altında olmakla birlikte , bundan tarafların her iddiasına karşı ayrıntılı cevap verilmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır . Ancak davanın esasına yönelik iddia ve talepler gerekçede karşılanmalı , bunların dışındakilerin ise davanın esası ile ilgili olmadığının belirtilmesi ile yetinilmelidir.

AİHM ‘ne göre , milli mahkemeler, davanın ciddi bir şekilde incelendiği konusunda tarafları tatmin etmelidir. Kraska-İsviçre olayında, İsviçre Federal Mahkemesinde yapılan bir duruşmada, hakimlerden birisi, zaman kıtlığından şikayetçinin temyiz dilekçesinin ancak yarısını inceleyebildiğini açıklamıştır. Şikayetçinin adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına karşı AİHM kendisinin talebinin Kanton Hükümeti ve idare mahkemeleri tarafından titizlikle incelendiğine işaretle , tutumu şikayet konusu olan hakimin duruşmada oynadığı aktif rolü göz önüne alarak Sözleşmeye aykırılık görmemiştir .

AİHM, Yunanistan’la ilgili kararlarından birisinde, mahkeme kararlarının gerekçeli olmasını, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak nitelendirmiştir. Olayda bir Yunan subayı olan şikayetçi , askeri sırları açığa vurma ithamıyla askeri mahkeme tarafından mahkum edilmiştir. AİHM kararında , Yunanistan Anayasasında tüm mahkeme kararlarının gerekçeli olmasının öngörüldüğü, ancak bu hükmün uygulanmasının askeri mahkemelerin kararları için özel bir kanun çıkartılması şartına bağlandığı ve böyle bir kanunun da henüz kabul edilmediği dikkate alınarak , Yunan Yargıtayının, gerekçeli olmayan askeri mahkeme karalarını gerektiği gibi denetleyemeyeceği ifadesiyle , bu hususun adil yargılanma kavramıyla bağdaşmayacağı sonucuna varmıştır. Mahkemeye göre akid devletler yargı sistemlerini 6. maddenin gereklerine uydurmak hususunda geniş bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte , mahkemeler, kararlarının dayandığı gerekçeleri mutlaka yeterli açıklıkta belirtmek zorundadır. AİHM’e göre, başvurucunun sadece duruşmada duyabildiği ve edinebildiği bilgilerle, Yargıtay’a başvurmuş olması, onun adil yargılanma hakkını ihlal edecek niteliktedir. Yüksek Mahkemeye göre, ancak gerekçe sayesinde sanık kendisine verilmiş olan temyiz hakkını işlevsel biçimde kullanabilir. Gerçekten, gerekçe bildirilmeden temyiz süresinin dolmasına olanak tanıyan bir düzenleme, adil yargılanma hakkını ihlal edecek niteliktedir. Böyle bir düzenleme, kanun yolu güvencesini işlevsiz kılar ..

Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi, BM Genel Kurulu'nun 16 Aralık 1966 tarihli ve 2200 A (XXI) sayılı kararıyla kabul edilmiş ve 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, insan hakları ve demokratikleşme konusunda evrensel normları belirleyen en önemli uluslararası belgelerden biri olarak kabul edilen bu sözleşmeyi, 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamıştır. Sözleşmenin 14’ncü maddesi “Adil yargılanma hakkı”nı düzenlemektedir . Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi, AB vatandaşlarının temel haklarını ve AB'nin vatandaşlarına karşı sorumluluklarını düzenlemektedir. Belge 13-14 Ekim 2000'de Fransa'nın Biarritz kentinde gerçekleşen AB zirvesinde, devlet ve hükümet başkanlarının bilgisine sunuldu ve kabul gördü. Temel Haklar Şartı, 7-8 Aralık'taki "Nice Zirvesi"nde onaylandı. Şartın VI’ncı Bölümü Adalet başlığını almıştır. Burada da adil yargılanma hakkından, dolayısıyla gerekçeden bahsedilmektedir .

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A (III) sayılı kararı ile benimsenmiş ve ilan edilmiştir. Türkiye’de de 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 numaralı Resmi Gazete ile yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Beyannamede kişilerin tarafsız ve yansız bir mahkemede açık ve hakça yargılanması istenmektedir . İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin olarak 20 Mart 1950'de, Roma'da imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 3 Eylül 1952'de yürürlüğe girdi. Türkiye, Sözleşmeyi 18 Mayıs 1954'de onayladı. Sözleşmede adil yargılanma hakkı geniş bir biçimde 6’ncı maddede düzenlenmektedir .

Yukarıdaki sözleşmelerde yer alan adil yargılanma hakkının yanı sıra, kimi sözleşmelere göre kurulan milletlerarası mahkemeler için de bazı koşullar aranmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 45’nci maddesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hükümlerinin ve kararlarının gerekçeli olması düzenlenmiştir . Birliğin en üst yargı organı durumunda bulunan AİHM’nin karar ve hükümlerinin gerekçeli olması aranmaktadır.

Birleşmiş Milletler Antlaşması (BM Şartı), aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 51 ülke tarafından 26 Haziran 1945'de imzalandı, 24 Ekim 1945'de yürürlüğe girdi. BM Şartında düzenlenen ve BM’nin mahkemesi durumunda olan Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 56’ncı maddesi şu şekildedir: “1. Hüküm gerekçelidir.

2. Hükümde, ona katılan yargıçların adları belirtilir.“

Görüldüğü gibi, Uluslararası Adalet Divanı’nın kararlarının da gerekçeli olması aranmaktadır. Her ne kadar üst mahkeme durumunda olmasalar da, BM ve AB gibi milletlerarası toplulukların mahkemelerinin kararlarında gerekçe hususu belirtilmişse, bunlara üye olan ülkeler mahkemelerinin de kararlarının da gerekçeli olması beklenir.

Yukarıda zikredilen andlaşma ve sözleşmeler ve Anayasanın 90‘ncı maddesi hükümleri uyarınca, iç hukukumuzda aranmamış olsa bile, mahkemelerin kararlarının gerekçeli olması gerekeceği açıktır..

C. KANUNLAR GEREĞİ

Aşağıda ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi, muhakeme hukukuyla ilgili bütün kanunlarda mahkeme kararlarının gerekçeli olması aranmıştır.

1602 sayılı AYİM Kanununun 52, 58,59,62 ve 79 ncu maddelerinde gerekçeden bahsedilmektedir. “Dosya dışı inceleme “ başlıklı 52 nci maddenin 3 ncü fıkrasında “…Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir. “ hükmü yer almaktadır. Kanun burada idareye de gerekçe bildirme yükümlülüğü yüklemiştir

“Delillerin tespiti” başlıklı 58 nci maddede de , “…Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görüşülmekte olan bir dava sebebiyle idari işlemin dayanağını teşkil eden tüzüğün ilgili hükümlerinin kanuna aykırılığı görülür veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddiliği kanısına varılırsa mahkeme;

a) Dava sebebi ile uygulanacak tüzük hükümlerini kanuna aykırı görürse bu yoldaki gerekçeli kararı veya,

b) Taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, tarafların bu konudaki iddia ve savunmalarını ve kendisini bu kanıya götüren görüşünü açıklayan kararı,

Dosya muhtevasını mahkemece bu konu ile ilgili görülen tasdikli suretleri ile birlikte Danıştay Başkanlığına gönderir. Danıştay Dava Daireleri Kurulunun bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır. …” hükmü yer almaktadır. Bu hükümden sadece nihai kararların değil , usule ilişkin ara kararların da gerekçeli olacağı anlaşılmaktadır. Kararlarda bulunacak hususlar ise AYİM Kanunun 59 ncu maddesinde yer almaktadır. Buna göre kararlarda aşağıdaki hususlar bulunmak zorundadır;

a) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları yahut unvanları ve adresleri;

b) Davacının ileri sürdüğü maddi vakıaların dayandığı hukuki sebeplerin özeti ve isteğinin sonucu ile davalının savunmasının özeti;

c) Başsavcılığın düşüncesi;

d) Duruşmalı davalarda, duruşma yapılıp yapılmadığı ve yapılmış ise hazır bulunan taraflar ve vekil veya temsilcilerinin ad ve soyadları;

e) Kararın dayandığı kanuni ve hukuki sebepler ile gerekçesi ve hüküm;

f) Kararın tarihi ve oy birliği ile veya oy çokluğuyla mı verildiği;

g) Muhakeme masrafları ile vekalet ücretinin hangi tarafa yükletildiği;

h) Kararı veren Daire veya Daireler Kurulu Başkan ve üyelerinin ad ve soyadları ve imzaları ve varsa ayrışık oyları..

Yine Yürütmenin durdurulması kararlarının da gerekçeli olacağı 1602 sayılı AYİM Kanunun 62 nci maddesinde yer almaktadır. Bu hükme göre ; “…Şu kadar ki idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir. “

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 20nici maddesinde İdareden istenen bilgi ve belgelerin Devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya Devletin güvenliği ve yüksek menfaatleriyle birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise,

Başbakan veya ilgili bakanın, gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebileceği düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye paralel bir hüküm de 2575 sayılı Danıştay Kanununun 49 ncu maddesinde yer almaktadır. 2577 sayılı Kanunun 24 ve ve 2575 sayılı Kanunun 51 nci maddelerinde kararlarda bulunacak hususlar düzenlenmiş ve Kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesinin kararda bulunması gerektiği belirtilmiştir.

2577 sayılı Kanunun 27 nci maddesinde yürütmenin durdurulması kararlarının gerekçeli olacağı, 2575 sayılı Kanunun 61 nci maddesinde de Başsavcılık düşüncelerinin gerekçeli olarak bildirileceği hususları düzenlenmiştir. Mahkemelerin bütün kararlarının gerekçeli olması gerektiği, AsYUK md. 50, CMUK md. 32 ve CMK md. 34’de, Anayasaya paralel olarak kesin bir şekilde ifade edilmiştir .

III. GEREKÇEDE BULUNMASI GEREKEN HUSUSLAR

Bilindiği gibi mahkeme kararının gerekçesi, ". . . yargıçlara kendilerine verilen bağımsızlığın bedeli olan yansızlığı kanıtlama olanağı veren ve yargıç onurunu koruyan bir araçtır. . ." Gerekçe, yargıya hissedilen güvensizlik ve asılsız söylentileri ortadan kaldırır.

Gerekçe, takdirin; akla, hukuka ve dosyaya uygun açıklamasıdır. Kararların gerekçeli olması; ilgililerin verilen kararın doğruluğu ve sıhhati hakkında bir kanaat sahibi olmalarını temin eder. Kamu vicdanı rahatlar. Çünkü, belki hayatında ilk defa mahkemeye gelen kişi, hükümde geçen hukuki terimleri, madde numaralarını haklı olarak bilmeyebilir. Ancak alınan kararın tartışıldığı, mahkemeyi o kararı almaya sevkeden sebeplerin gösterildiği, niçin başka bir karar değil de böyle bir karar alındığının gerekçede gösterilmesi, tarafları tatmin edecektir. Adaletin sağlanmasının yanı sıra, bunun gösterilmesi de önemlidir. Bu işlevi de gerekçe yerine getirir..

Gerekçe, sonucun mantık yönünden dayanağıdır veya diğer bir söyleyişle hakimi o sonuca götüren nedendir. Gerekçe, sonucun nedenini ve niçinini ortaya koymalıdır. Sonuç, gerekçesi ölçüsünde inandırıcı olacaktır. Gerekçe, sonucun denetlenebilmesini sağlar; sonuca varanı daha dikkatli olmaya yöneltir ve sonucun kamuoyunda daha çabuk kabul edilmesini sağlar. Gerekçenin bu yararlarının yanı sıra, sakıncaları da yok değildir. Örneğin, her zaman bir sonucu bir nedene dayandırmak ve bu nedeni açıklamak kolay olmayabilir. Bu zorluk, sonuca varacak olan kişiyi karar vermekten alıkoyabilir . Gerekçe, hükmün akla ve mantığa uygun biçimde açıklanmasıdır. Gerekçe, kararı aydınlatma, keyfiliği önleme ve tarafları tatmin etme amacına hizmet eder. Hakim, cezayı alt sınırdan tayin etse bile, gerekçe göstermek zorundadır .

Gerekçe; mahkemeyi mahkumiyete veya beraate yahut diğer kararları vermeye sevk eden amillerin karar metninde gösterilmesi ve bunların karşılaştırılarak, birinin diğerine ne sebeple tercih edildiğinin açıklanmasıdır. Hükümde gerekçe gösterilmemesi temyizde bozma sebebi olur. Hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi kanuna muhalefet teşkil eder ve hükmün bozulmasını gerektirir.

Hükümlerin (ve kararların) gerekçeli olması Anayasa hükmü olduğu kadar, yargı denetimi bakımından da zorunlu bir husustur. Temyiz mercii kararın doğruluk derecesini, hükmün gerekçesinden (delillerin tartışılmasından) ve gerekçenin dosya içeriğine uygun olup olmamasından anlayacaktır .

Bunlardan başka, davanın tarafı olmayan hakim açısından da konuya bakılması gerekir. Hakim, hükmünü verene kadar, o konuda görüşünü ihzar edemez. Muhakeme boyunca susar,araştırır, delilleri değerlendirir, kanaatini oluşturmaya çalışır. Muhakemenin sonu, hakimin sözünü söylediği andır. O, bir kez konuşur ve onda da hükmünü bildirir. Hükmünün tutarlılığı, belli bir mantık silsilesinden geçmiş olması, takdirinin nedenlerinin hepsi gerekçeli kararda bulunmalıdır ki, hakim de kendisini ifade edebilsin. Muhakeme boyunca zihninden geçen düşüncelerin, ulaştığı vicdani kanaatin açıklanabildiği tek yer, gerekçeli karardır. O halde hakim, tarafların yanı sıra, kendisini de tatmin etmek için, kararlarını gerekçeli yazmalıdır..

Gerekçenin sağlıklı bir şekilde kaleme alınması çok önemlidir. Zira gerekçeden beklenen yararın gerçekleşmesi ancak bu sayede mümkün olacaktır. İdari yargı karar gerekçesinde özellikle iki tür gerekçenin yer alması gerekir. Bunlardan ilki karar açısından belirleyici olan bir takım olay ve vakıaları anlatan “maddi sebepler”, diğeri ise bu olay ve vakıaların hukuki değerlendirmesini içeren “hukuki sebepler” dir. Karar için belirleyici maddi olay ve vakıalar ifade eden maddi gerekçeler kısa ve açık şekilde ifade edilmelidir. Durumun kronolojik sıraya göre açıklanması kararın daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır. Hukuki gerekçe ise yöneldiği hukuki sonucu ve arkasından da dayandığı temel sebebi gösterir, Kararın dayandığı hukuki hükümler bilinen hükümler değilse kararda zikredilmelidir.

Gerekçenin yazılışında taraflarca ya da herkesçe bilinen tartışmasız olan konuların belirtilmesinden ; olayın tamamının anlatılmasından kaçınılmalı, herkesin bilmeyebileceği önemli hususlara işaret edilmelidir. Önemli olan kararda belirleyici olan hususların açık ve anlaşılabilir olarak ortaya konulmasıdır. Gerekçenin açık ve anlaşılabilir olmasından söz edebilmek için şu özellikleri taşıması gerekir .

- Gerekçeler mantıki bir sıra içinde ortaya konulmalı , ulaşılan hukuki sonuçlar bakımından, olumlu olanları , olumsuz olanlardan, asli olanları , ikincil, tamamlayıcı olanlardan önce belirtilmelidir.

- Kararın bütün unsurlarını kapsayan öze yönelik bir anlatım tercih edilmelidir. “gerekçe ne kadar uzun olursa o kadar iyidir” düşüncesi yanlıştır. Olayı tam olarak kapsayan ikna edici bir gerekçe her zaman tercih edilmelidir. Şu da unutulmamalıdır ki uzun anlatımlar, önemli noktaların gözden kaçırılmasına ve kararın ayrıntıya boğulmasına neden olur.

- Basit ve anlaşılabilir bir dil kullanılmalıdır.

IV. YARGI KARARLARININ GEREKÇELERİNİN BAĞLAYICILIĞI

C.Anayasa Mahkemesi Kararlarının Gerekçelerinin Bağlayıcılığı

Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları kesindir. Kararların kesinliği, bu kararlara karşı herhangi bir başvuru yerinin bulunmaması anlamına gelir. AYİM'nin verdiği kararı, kendisi dahil, hiçbir makam kaldıramaz, ya da değiştiremez. Anayasaya göre, Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete'de hemen yayımlanır; yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetsel makamları, gerçek ve tüzel kişileri bağlar (md. 153, son fıkra) Anayasa Mahkemesi kararlarındaki gerekçenin bağlayıcı olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Kimileri, Anayasa Mahkemesi kararlarındaki gerekçenin bağlayıcı olmaktan çok, açıklayıcı ve yol gösterici olduğunu söylemektedirler.

GÖZLER’e göre ; Anayasa Mahkemesinin kararının gerekçesine de bağlayıcılık gücü atfedilmesi, Anayasa Mahkemesinin yasama, yürütme ve yargı organlarına ve hatta gerçek ve tüzel kişilere emir ve talimat vermesi anlamına gelir. Zira, eğer gerekçe bağlayıcı olursa. Anayasa Mahkemesinin. Anayasanın bir maddesi konusundaki yorumunun yasama, yürütme ve yargı organlarını ve hatta ülkedeki herkesi bağladığı sonucu ortaya çıkar. Hukuk sistemimizde, yasama organının Anayasanın bir maddesini, Anayasa Mahkemesinin yorumladığı şekilde yorumlamasını emreden bir hüküm yoktur. Eğer yasama organı, Anayasanın bir maddesini başka türlü yorumluyorsa ve bu yorum doğrultusunda bir kanun çıkarmışsa, bu kanun hakkında iptal davası açılmışsa, Anayasa Mahkemesi kanunu iptal ederek yasama organının yaptığı yorumu geçersizleştirebilir. Ancak bunun dışında başka bir şey yapması mümkün değildir. Keza hukuk sistemimizde, yürütme organının Anayasanın bir maddesini, Anayasa Mahkemesinin yorumladığı şekilde yorumlamasını emreden bir hüküm yoktur. Eğer yürütme organı, Anayasanın bir maddesini başka türlü yorumluyorsa ve bu yorum doğrultusunda bir bireysel veya düzenleyici işlem yapmışsa, bu işlemler Anayasa Mahkemesinin denetimine tâbi olmadığına göre, Anayasa Mahkemesinin kendi yorumunu yürütme organına empoze etmesi mümkün değildir. Nihayet, hukuk sistemimizde, adlî, idarî ve askerî yargı kollarında yer alan mahkemelerin de Anayasanın bir maddesini, Anayasa Mahkemesinin yorumladığı şekilde yorumlamasını emreden bir hüküm yoktur. Eğer ilk derece mahkemeleri. Anayasanın bir maddesini başka türlü yorumluyorsa ve bu yorum doğrultusunda karar veriyorlarsa, bu kararların temyiz mercii Anayasa Mahkemesi olmadığına göre, Anayasa Mahkemesinin kendi yorum tarzını mahkemelere empoze etmesi mümkün değildir. Ülkemizde her yargı kolunda Anayasanın bir hükmünü yorumlama konusunda nihaî yetki, o yargı kolunun yüksek mahkemesine aittir. Yargıtay veya Danıştay’ın Anayasanın bir maddesini, Anayasa Mahkemesinin anladığı şekilde yorumlama zorunluluğu yoktur. Anayasa Mahkemesi Yargıtay ve Danıştay’ın üst mahkemesi değildir. Anayasa Mahkemesi kararlarının Yargıtay ve Danıştay’ı bağlamasının anlamı, bu mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir kanuna göre artık hüküm verememeleridir.

Nihayet demokratik bir hukuk sistemine sahip olan ülkemizde gerçek ve tüzel kişilerin de Anayasanın bir maddesini Anayasa Mahkemesinin yorumladığı şekilde yorumlamaları gerektiği söylenemez. Eğer gerçek ve tüzel kişiler Anayasanın bir maddesini bir başka bir türlü yorumlayarak birtakım hukukî işlemler yapmışlarsa, bu işlemler Anayasa Mahkemesinin denetimine tâbi olmadığına göre, Anayasa Mahkemesinin kendi yorumunu gerçek ve tüzel kişilere empoze etmesi mümkün değildir. Gerçek ve tüzel kişilerin yaptıkları bu yorumların geçerliliğine Anayasa Mahkemesi değil, adlî, idarî, askeri yargı mercileri karar verir.

Görüldüğü gibi, Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçeleri, yani Anayasa Mahkemesinin Anayasanın bir maddesinin anlamı konusundaki yorumları, ne yasama, yürütme ve yargı organlarım, ne de gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Bunun aksinin düşünülmesi demokratik, plüralist bir toplumda mümkün de değildir. Anayasa Mahkemesinin her bir kararı onlarca sayfadan oluşur. Anayasa Mahkemesi her bir kararında birçok konuda birçok görüş bildirir. Anayasa Mahkemesinin şimdiye kadar verdiği kararlar yirmi bin sayfa civarındadır. Bu yirmi bin sayfa boyunca Anayasa Mahkemesi yüzlerce ve hatta binlerce yorum yapmış ve görüş açıklamıştır. Eğer bu yorum ve görüşler, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlarsa, bu şu anlama gelir ki, Türkiye, Anayasa Mahkemesinin diktatör olduğu totaliter bir sisteme girmiş olur. Sonuç itibariyle GÖZLER’e göre Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesi bağlayıcı değildir. Anayasa Mahkemesi kararlarının, tüm diğer mahkeme kararları gibi, sadece hüküm fıkrası bağlayıcıdır..

ALİEFENDİOĞLU’na göre ise , Anayasa, bir ayırım yapmadan, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olmasını öngörmüştür. Bir mahkeme kararı gerekçe ve hüküm fıkrasıyla bütün olduğuna göre, Anayasa Mahkemesi kararlarındaki gerekçenin de bağlayıcı olması gerekir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, kimi kararlarında Mahkeme kararlarındaki gerekçenin de bağlayıcı olduğunu, kararın gerekçesiyle bütünlük oluşturduğunu, açıkça belirtmiştir. Bağlayıcılık, kararların sonucu kadar gerekçeleri yönünden de geçerlidir.

Anayasa Mahkemesi, kararlarının bağlayıcılığını kimi kararlarında şu biçimde ifade etmiştir:

"Anayasanın 153. maddesinde belirtilen bağlayıcılık ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için iptal edilen kuralla dava konusu yeni düzenlemenin içerik ve kapsam bakımından aynı ya da benzeri olması gerekir."

"Anayasa, başta yasama organı olmak üzere, Anayasada sayılan organ, kuruluş ve kişiler yönünden Anayasa Mahkemesi kararlarına uyma ve bu kararlara aykırı davranmama yükümünü getirmiştir. Bu bağlılık, Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırı bularak iptal ettiği bir konuda aynı içerik ve nitelikle yeni bir yasa çıkarılmamasını da gerekli kılar.

Anayasa'nın bu hükmü gereğince, yasama organı Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırı görerek iptal ettiği bir kuralın aynını ya da değişik ifadelerle benzerini yasalaştırmaması gerekir. Yasama organı, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra aynı konuda yeni bir yasa yaparken Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde gösterilen iptal nedenlerini dikkate almalıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarıyla bağlılık, özellikle yasama organı yönünden, Anayasa Mahkemesinin kararlarındaki iptal gerekçesiyle de bağlılığı içerir.”

Başka bir kararında, benzer biçimde, "... yasama organı, yasa çıkarırken İptal edilen yasalara ilişkin kararların sonuçlarıyla birlikte gerekçelerini de gözönünde bulundurmak zorundadır... iptal edilen yasalarla sözcükler ayrı da olsa aynı doğrultu, içerik ya da nitelikte yeni yasa çıkarmaması gerekir." Tartışmalar olmakla birlikte Doktrindeki hakim görüş, Anayasa Mahkemesi kararlarının da bağlayıcı olduğu yönündedir.

B. İdari Yargı Kararlarının Gerekçelerinin Bağlayıcılığı

Kural olarak yargı kararları, ilişkin bulunduğu davaya konu uyuşmazlık bakımından geçerlidir. Bağlayıcı olma özelliğinin genelliği nedeniyle benzer olaylarda da idarece uygulanma zorunluluğu bulunan tek karar Danıştay içtihatları birleştirme kararlarıdır. Ancak hemen belirtmek gerekmektedir ki, içtihatların birleştirilmesi kararları daha önceki tarihlerde verilen ve kesinleşen yargı kararlarını etkilemediğinden, bu kararların uygulanmamasına gerekçe oluşturamaz .

İçtihatların birleştirilmesi kararlan haricinde, yargı kararlarının benzer olaylarda uygulanma zorunluluğu bulunmamakla beraber yargı kararlarının yerleşik hale gelmeleri halinde benzer olaylarda gözetilerek uygulanması, idarenin hukuka bağlılığının ve saygısının bir gereği olarak kabul edilmelidir.

ONAR’a göre ; "...İptal edilen karar objektif bir mahiyet arzediyor veya muhtelif kimseleri alakalandırıyor ise, bir davacı tarafından açılan dava üzerine sadır olan kararın iptali hükmü davada taraf olmayan ve fakat kararla alakası bulunan diğer şahıslara da sirayet eder. Zira, kararın iptal edilmiş olması, selahiyetli kazai makamlarca bunun hukuk kaidelerine aykırı ve haksız olduğunu göstermiştir. Haksızlığı sabit olan bir kararı bir kısım şahıslara tatbik etmekte devam etmek hakkaniyetle telif edilemez..."

GÖZÜBÜYÜK ; "...iptal edilen karar genel mahiyette, davacıdan başka kişileri de ilgilendirecek nitelikte ise, davada taraf olmayan, fakat iptal edilen kararla ilgisi bulunan üçüncü kişileri de etkiler..."

AZRAK ; "...İptal davasının amacı, idarenin hukuka ve kanuna aykırı; işlemlerini ortadan kaldırmak suretiyle, onun hukuka bağlılığını sağlamak ve böylece hukuk düzenini korumaktır...İptal davasının sonunda verilen kararın, kural olarak salt kesin hüküm niteliğini taşıması ve sadece davacı için değil, herkes için geçerli olması da, iptal davasının objektif öğelerinden sonuncusunu teşkil etmektedir...Genellikle kabul edilen çözüm biçimi, iptal kararlarının genel bağlayıcılık etkisine sahip olması, bunun dışında davanın reddi kararlarının ise ancak davacıyı bağlamasıdır..."

EROĞLU ; "...Mahkeme kararından davacıdan başka kimselerin yani üçüncü; Şahısların faydalanabilmesi için, mahkemece iptal olunan kararın umumi,; objektif, gayri şahsi olması gerekir. Sadece davacının şahsını hedef tutan bir kararın iptalinden başkalarının faydalanmaları mümkün değildir..."

ULUER ; "...İptal kararı genel etkilidir. İşlem ortadan kalktığına göre, etkinin yalnız taraflar arasında kalması düşünülemez. İşlemin etkisi ne kadar ise, bu işlemin iptal sonucunda ortadan kalkmasının etkisi de en azından o kadar olacaktır...işlem iptal edilip de dava ile güdülen sonuç elde edilince, bu sonuç bütün ilgililer için elde edilmiş demektir. İşlemin iptalinden bütün ilgililer aynı biçimde etkilenirler; dava açarak iptali elde etmiş ilgilinin bir ayrıcalıklı durumu yoktur...Genel etki, her şeyden önce işlemin yöneldiği kişiler için geçerlidir. Ancak genel etki bu nispeten dar alanda kalmaz. İptal; kararının uygulanması dolayısıyla işlemin yönelmemiş olduğu kişilere ve; işlemlere ve de dolaylı olarak, ilgili işlemlere de etki ulaşabilir...İptal kararının etkisinin genelliği ilkesi kişisel işlemler için de geçerlidir...Etkinin genelliği bakımından önemli olan işlemin genel ya da kişisel oluşu değil, işlemin iptalinin objektif oluşu ve işlemle ilgili olan herkesi etkileyeceğidir...Benzer işlemlerin (aynı sakatlığı taşıyan işlemler) dayandığı temel işlem iptal edilmiş ise, işlemler arasındaki benzerlik ilişkisine eğilmek; gereği olmadan, sonuç işlemler dayanağı kalmadığından iptal; ettirilebilir...Asıl ilginç sorun, benzer işlemlerden birine karşı dava açılmış ve iptal kararı alınmış iken, diğerlerine karşı dava süresi geçirilmiş ise ortaya çıkacaktır...iptalin benzer işlemlere etki yapması, eşitlik ilkesi ve iptal kararının genel etkisi bakımından da zorunludur. Genel etki kabul olunmaz ise, dava açarak iptal kararı elde etmiş olanlar dava süresini geçiren benzerlerine karşı bir ayrıcalık elde etmiş olacaklardır. Oysa idarenin sakatlığı anlaşılmış benzer işlemleri ortadan kaldırma görevi, benzer durumlarda herkese eşit davranma görevinin de bir gereğidir...”özetlemek gerekirse: Benzer sakatlıkları taşıyan işlemlerden birinin iptal edilmesi, diğerlerinin de sakat olduklarını ortaya koyar. Bu durumda idarenin görevi, ilgililerin dava açmasını beklemeden, onları çeşitli külfetlere katlanma zorunda bırakmadan, kendiliğinden durumu düzeltmek, sakat işlemleri ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktır. Bu görevini yerine getirmezse, her ilgili, idareden bu görevini yerine getirmesini isteyebilir ve işleme karşı dava süresi geçmiş de olsa red işlemlerinin iptalini elde edebilir..."

AYİM, İptal kararının objektif niteliği dikkate alınarak, benzer işleme muhatap olan davacının açtığı muvazzaf subaylığa nasıp işleminin geri alınmasına ilişkin işlemin iptali istemli davada, benzer işlemlerin dayanağı olan geri alma kararnamesi de evvelce iptal edildiğinden; kamu düzeni “sürenin” değil, objektif mahiyetteki iptal kararının esas alınmasını gerektirdiğine ve artık davada süre zamanaşımı olduğu def’inin ileri sürülemeyeceğine karar vermiştir . Ancak AYİM’nin aksi yönde kararları da mevcuttur .

Bazı durumlarda idarenin iptal kararlarını yerine getirebilmesi için , iptal edilen işlemle ilgili olanların hukuksal durumlarında değişiklik yapması gerekir. İdare aktif bir duruma geçerek kararın uygulanması için bir dizi işlem ve eylemler yapması gerekir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki , idarenin yükümlülükleri , iptal edilen işlemin niteliğine göre çok değişkendir. Bu yüzden genel kurallar koymak olanaksızdır .

İptal kararları , iptal edilen işlemi ve ona bağlı işlemleri yapıldıkları tarihten itibaren ortadan kaldırır. İdare bu kararlara uymak ve bu kararların gereklerini yerine getirmek zorundadır. İdare bu yönde eylem ve işlem yaparken kararın içeriğine ve amacına uygun davranmak zorundadır . Bu yüzden iptal kararlarının içeriği ve gerekçesi , idareyi duraksamaya sokmayacak açıklıkta olmalıdır.

Gerekçenin bağlayıcılığı ve idareye yol gösterici niteliği hakkında Danıştay’ın 1986 tarihli bir kararı ilginçtir. Olayda bir naklen atama işlemi üç hakimli bir mahkemede oy çokluğu ile iptal edilir. Üyelerden biri olayı naklen atama olarak nitelendirip iptalini istemiş, diğer üye diğer üye geçici görevlendirme olarak nitelendirip iptalini istemiş, başkan ise naklen atama olarak nitelendirip davanın reddi yönünde oy kullanmıştır. Danıştay bu kararı bozarken şu gerekçeyi ileri sürmüştür. “…maddi olayın nitelendirilmesinde ve gerekçede birlik olmadığına göre , yalnızca hüküm fıkrasındaki birleşmeye bakılarak ortada teknik anlamda bir yargı kararının varlığından söz edilemez. Bu kararı uygulamak ve kararın gerekçesine göre yeni bir işlem tesis etmek zorunda olan idare yönünden, hangi gerekçeyle iptal edildiğini çözmek zordur. Oysa iptal kararının açık ve anlaşılır gerekçeye dayanması , iptal nedenlerinin tek tek kararda gösterilmesi ve kararı idareyi duraksamaya sokmayacak ve idareye yol gösterecek bir içerik taşıması gerekir…”

AYİM bir kararında “…Bilindiği üzere; iptal kararlarının en önemli niteliği geriye yürümesi ve bu niteliği itibariyle iptal edilen işlemin hiç tesis edilmemiş gibi iptalden önceki duruma getirilmesi gereklidir. Ancak iptal kararlarının objektif geriye yürüyücü ve ortadan kaldırıcı nitelikleri nedeniyle bu kararların infazı, kararların gerekçesi ile iptal edilen işlemin mahiyetine göre olayının özelliğine istinaden farklılıklar arzedeceği de kaçınılmaz bir gerçektir. Bu nedenle, idarenin iptal kararını infaz ederken olayın özelliğine uygun olarak iptalle ortaya çıkan durumu da dikkate alması gerekecektir….” demek suretiyle kararların uygulanması sırasında gerekçesinin de dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır.

Belirli bir taleple idareye yapılan başvuruların cevap verilmemek suretiyle ya da gerekçe gösterilmeksizin reddi işlemlerine karşı açılan davalarda verilen iptal kararlarının, genellikle başvurusu hakkında inceleme ve araştırma yapılarak ulaşılacak sonuca göre bir işlem tesis edilmesi gerektiği gerekçesine dayandığı görülmektedir. Söz konusu gerekçe doğrultusunda yapılacak inceleme sonucu ise davacının başvurusu kabul ya da reddedilebilecektir. Oysa, gerekçenin gözetilmeksizin hüküm fıkrasının dikkate alınması, davacının başvurusunun kabul edilerek idarece bu doğrultuda işlem tesis edilmesi gerektiği yanılgısına yol açabilecektir .

Örneğin; geçici inşaat ruhsatı istemiyle yapılan başvurunun gerekçe gösterilmeksizin reddine dair belediye işleminin, İmar Kanunu doğrultusunda inceleme ve araştırma yapılarak işlem tesis edilmesi gerektiğinden bahisle iptali yolunda verilen kararın uygulanmasının, kararda belirtilen inceleme ve araştırmaların sonuçlarının alınmasına bağlı olduğu ve davalı belediyece anılan karar doğrultusunda kıyı ve kıyı kenarı tespiti için Bayındırlık ve İskan Bakanlığına başvurulduğu fakat cevap alınamadığının anlaşıldığı, dolayısıyla davalı idareye düşen yükümlülüğün yerine getirildiği belirtilerek Danıştay kararının uygulanmaması yolunda bir eylemden söz etmenin olanaksız olduğuna karar verilmiştir . Kamu görevlilerinin naklen atanmalarına ilişkin işlemlere karşı açılan davalarda verilen yargı kararlarının uygulanması sırasında karar gerekçelerinin bilinçsizce gözetilmemesi ya da bilinçli olarak gözardı edilmesi, birbiriyle bağlantılı birçok işlem yönünden karmaşaya ve buna bağlı dayalı yeni davalara yol açmaktadır .

ULUER’e göre ; idari yargıda bir işlemin sakatlığının saptanması, idare için dolaylı bir biçimde kesin hükümdür. Bu kesin hükümden idareyi bağlayıcı sonuçlar doğar. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237 inci maddesinin birinci cümlesi; “ Kaziyei muhakeme ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir” demektedir. Kesin hüküm yargıcın inceleyip yargıya vardığı konu içindir. Kesin hükmün varlığı için zorunlu olarak bir uyuşmazlığın bütünü hakkında yargıya varılmış olması gerekmez. İdari yargıda, başka bir sorunu çözmek amacı ile de olsa bir işlemin hukuka uygun olup olmadığı incelenmiş ise, bunun yargı işleminde belirtilmesi idareyi bağlar. İdare açısından gerekçenin önemi, Özel hukuktakinden farklı görünüştedir. Özel hukukta taraflar yalnız hüküm fıkrası ile bağlıdırlar. Gerekçe yargı yerinin hangi nedenlerle bu sonuca vardığını gösterir. Oysa, idari yargı idarenin denetimi görevi gördüğünden, idarenin bağlılığı basit bir “hüküm fıkrasına bağlılık” olamaz. İdare kendine karşı verilmiş kararlarda “kararın genel anlamı” ile bağlıdır. Yargı kararlarının gereklerinin yerine getirilmesinde ve hukuka aykırılığın izlerini silmede bu anlayışla davranmak zorundadır .

SONUÇ

İdari yargıda , idare , yargı kararlarının genel anlamı ile bağlıdır. Bir iptal kararı verildikten sonra , bu kararın uygulanması ile ilgili olarak , idare , ancak kararın maksat ve kapsamı içerisinde karar alabilir. İdarenin iptal kararından sonra girişeceği işlem ve eylemler iptal kararının ışığında yapılacaktır. Bu eylem ve işlemlerin iptal kararıyla güdülen amaca uygun olması “hukuk devleti ilkesinin” de bir gereğidir.

Anayasanın 141 inci maddesinde, mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiği belirtilmektedir. Bir yargı kararında yer alması zorunlu olan gerekçe bölümü hüküm fıkrası gibi kararın esaslı bir unsurunu oluşturmaktadır ve hüküm fıkrası, karar gerekçesi ile bir anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla, yargı kararının uygulanması, karar gerekçesinin gözetilmesini zorunlu kılmaktadır.

KAYNAKÇA

1.AKYILMAZ Bahtiyar, :İdari Usul İlkeleri Işığında İdari İşlemin Yapılış Usulü, Yetkin Yayınevi, Ankara,2000

2.ALİEFENDİOĞLU Yılmaz, :Anayasa Yargısı ve Türk Anayasa mahkemesi, Yetkin Yayınları, Ankara, 1996

3. ALTAY Evren, :İdari Yargı Kararlarının Uygulanmamasından Doğan Uyuşmazlıklar, Turhan Kitabevi, , Ankara , Şubat 2004

4.ARMAĞAN Servet, :Anayasa Mahkememizde Kaza iMurakabe Sistemi, İÜHF Yayınları, 1967

5.AŞÇIOĞLU Çetin, :Doğru ve Güvenli Yargılama Hakkımız Var, Ankara ,1995

6.AZRAK A.Ülkü, :“İptal Davalarının Objektif Niteliği Üzerine Düşünceler”, ONAR Armağanı,; İstanbul 1977

7.CENTEL Nur-ZAFER, Hamide, :Ceza Muhakemeleri Hukuku, İstanbul, 2003

8.ÇAĞLAYAN Ramazan, :İdari Yargı Kararlarının Sonuçları ve Uygulanması, Seçkin Yayınevi, 2.b. Ankara,2001

9. EROĞLU Hamza, :İdare Hukuku, Ankara 1985

10.GÖZLER Kemal, :Türk Anayasa Hukuku, Ekin Yayınevi, Birinci Baskı, Bursa, Temmuz 2000

11.GÖZÜBÜYÜK Abdullah Pulat, :Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Gözübüyük Şerhi, Cilt 2, İstanbul, 1995

12.GÖZÜBÜYÜK Şeref, :“İptal Davasının Sonuçları”, Yavuz ABADAN'a Armağan, Ankara 1969

13. Meydan Larousse, :7. Cilt, 1992

14.ONAR Sıddık Sami, :İdare Hukukunun Umumi Esasları, C.III, İstanbul 1966

15.ÖZBAKAN Hulusi, :Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu, Ankara, 1989

16.ÖZCAN Hüseyin, :Ansiklopedik Hukuk Sözlüğü, 4. Baskı, Ankara, 1975

17.ÖZDEŞ Orhan, :“Danıştay Kararlarının Yerine Getirilmesi Zorunluluğu”, DD. 20-21, 1977

18.Türkçe Sözlük, :Cilt 1, TDK, Ankara, 1988

19.ULER Yıldırım, :İdari Yargıda İptal Kararlarının Sonuçları, Ankara 1970

20.ÜNAL Şeref, :Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, TBMM Kültür ve Sanat Yayın Krl. Yayınları No: 89

21.YAYLA Yıldızhan, :Anayasa Hukuku Ders Notları, 2. Baskı, İstanbul, 1986

22.YILDIRIM Turan, :“Anayasa Mahkemesi Kararlarının Bağlayıcılığı” İnsan Hakları Merkezi Dergisi, (AÜSBF İnsan Hakları Merkezi Yayını), C.2, S.60, Ankara, 1985

23.YILMAZ Ejder, :Hukuk Sözlüğü, 3. Baskı,

* İlter AKSOYLU Hâkim Binbaşı AYİM 3. Daire Raportörü

Paylaş:

Emsal Kararlar

Yeni Eklenenler

Sosyal Medyada Biz

error: Özderin Avukatlık Bürosu - Ankara - Uzman Kadromuza ulaşmak için lütfen arayınız ! 0312 428 03 13